top of page

12 Mart - 12 Eylül  Romanları

Çağına Tanıklık Eden Romanlar

    1960 anayasasının ülkemize getirdiği özgürlük ortamının nimetlerini kullanmasını bilemeyen toplumun aşırı uçlarda yer alan katmanları, sağ-sol şeklinde nitelediğimiz radikal görüş ayrılıklarını, önceleri düşünsel planda daha sonra da eyleme dönüştürerek ülkeyi kan gölüne dönüştürdüler. Cumhuriyet tarihimizin en kanlı dönemi, 1980 yılının 12 Eylül’ünde bıçakla kesilmiş gibi bir anda sona erdi. O güne kadar toplum gündeminin en önemli sorunu olan fiili çatışma ortamı, 12 Eylül askeri darbesi ile bitti fakat demokrasi de aynı anda askıya alındı. Muhtıra ve darbenin öncesinde ve sonrasında yaşananlar ise sol ve sağ görüşü temsil eden yazarlara konu oldu. Toplumda yaşanılan olayların edebiyatı besleyen en önemli kaynak olduğu hepimizce malumdur. 12 Mart ve 12 Eylül sadece ideolojilerin yıkılmasına veya kemikleşmesine neden olmadı. O tarihten itibaren edebiyatımızda olayların farklı anlatımlarına da sahne oldu. Yaşanan gelişmeler sonucunda ortaya yeni insan tipleri türedi. Bu yeni insan tipleri, yeni yaşam tarzlarını oluşturduğu gibi yeni bir yazar türünü de ortaya çıkardı. Dünyadaki yeni gelişmelere paralel olarak ülkemizde yaşanan olumsuz korku ortamı, edebiyatçıların büyük bir kısmını sanatsal ideolojilerden uzaklaştırarak iktidarın gerçekliğine yöneltti. Zira bu kolay ve tehlikesiz bir yoldu. 12 Eylül sürecinde direnen 1 milyon 683 bin kişi fişlendi, 650 bin kişi gözaltına alındı. Bunlar resmi olan açıklamalar. Bir çok insanın idam edildiği, cezaevlerinde 300'e yakın insanın hayatını yitirdiği de bilinen gerçekler. Toplumda onbinlerce insanın sakıncalı görülerek işten atıldığı da ayrı bir sorun. Kısacası sözde Atatürk'ün ordusu ülkeyi açık hapishaneye döndürmüştü. Darbe sonrasında başlayan her türlü yozlaşma ağırlığını toplumun bütün kurumlarında hissettirdi. 12 Eylül darbesinin ardından yüzlerce farklı kitap yasaklanıp toplatıldı. Binlerce kitap yakıldı ve yaktırıldı. Bu korku döneminde kitap, silahtan daha güçlü suç aleti sayıldı. Bu dönemde Georges Pulitzer’in yazmış olduğu Felsefenin Temel İlkeleri kitabı, 12 Eylül’ün yasakladığı ilk kitap olma şerefine erişti. Yeni ortama boyun eğmeyip direnen birçok edebiyatçının aleyhine davalar açıldı, gözaltına alındılar, mahkûm oldular. Bazı yazarlar çareyi yurt dışına kaçmakta buldu ve uzun yıllar sürgün hayatı yaşamak zorunda bırakıldı. 12 Eylül darbesiyle birlikte, Anadolu’da ve İstanbul’da çalışan küçük yayıncılar ve kitapevleri kapanmak zorunda bırakıldı. Kültürel birikim çeşitli şekillerde kıyım ve kırımdan geçirilerek yok edilmek istendi. 12 Mart muhtırası ve 12 Eylül darbesi ülkenin üstünden bir sel gibi ezip geçti. Sonunda sel suyu gibi tüm pislikleri ve tortularını toplumun üstünde bırakıp gitti. 12 Mart ve 12 Eylül'de  sadece eylem yapanlar değil, Türkiye Yazarlar Sendikası, Barış Derneği üyeleri gibi tüm sivil toplum örgütlerinde görev yapan aydınlarımız yargılandı. Bu dönemin çalkantılı yapısının yanı sıra ideolojik kamplaşmalarını (devrimci-ülkücü-sağcı gibi), 68 kuşağı denilen bir olguyu, şiddetin kişilere yaşatmış olduğu travmaları, askerin yanlış ve hatalı uygulamalarını anlatan romanlar, genellikle 12 Eylül romanları veya darbe edebiyatı olarak tanımlandı. Bu romanlarda gençlerin dünya görüşleri ile neden, niçin ve nasıl isyan ettiklerinden ziyade kaçış ve yakalanma süreciyle başlayan yenilgi ve onun psikolojik sorunları üzerinde duruldu. Sorgu, işkence süreci ve hapishane anlatılarının doğal sonucu olarak, romanlarda devrimciler pasif ve mazlum olarak gösterildi. Bazı romanlarda daha da ileri gidilerek devrimcilere ağır eleştiriler getirildi. 12 Mart ve 12 Eylül de yaşananlar bazı romanlarda ise sadece fon olarak kullanılarak ticarete alet edildi. 

     12 Mart muhtırasının ardından Erdal Öz’ün yazmış olduğu Yaralısın, İlhan Selçuk’un yazdığı Ziverbey Köşkü ve Sevgi Soysal’ın Şafak isimli romanları, 12 Mart romanı diye anılan bir roman türün ortaya çıkmasında önder oldular. 12 Mart sonrasında basılan ilk roman özelliği taşıyan Çetin Altan’ın Büyük Gözaltı isimli kitabı, işkence, gözaltı ve hapishane süreçlerine odaklanmıştı. Bu kitapta provokasyon ve hukuk dışılık başat konuma getirildi. Sevgi Soysal’ın Şafak isimli romanı ise sadece o döneme veya belirli bir toplumun değil evrensel bir boyuta ulaşmış bir roman olarak düşünülmeli. Sevgi Soysal, bu eseri ile insanın en baskıcı koşullar altında dahi kendine olan saygısını, insani değerlerini ve psikolojik bağımsızlığını nasıl koruyabileceğinin formülünü insanlığa gösterir. Sevgi Soysal, bu romanların içinde belki de en iyisi olacak olan Hoş geldin Ölüm isimli romanını tamamlayamadan kanser tedavisi gördüğü yıllarda, henüz 40 yaşında hayata veda etti. 12 Eylül darbesinin ardından Adalet Ağaoğlu’nun yazmış olduğu dar zamanlar üçlemesi ise yaşanan o günlerin toplumsal ve siyasal analizini edebi anlamda yapabilen farklı ve başarılı bir çalışma olarak görülür. Bir Düğün Gecesi isimli romanında, psikolojik öğelerin ve kişisel ilişkilerin daha yoğun olduğu görülmekte ve 12 Mart döneminin kişilerde yarattığı psikolojik tahribat ile solun iç eleştirisi de yapılmıştır. Bu romanlara nazaran daha yakın bir tarihte yazılan ve daha geniş bir dönemi ele alan Oya Baydar’ın, Sıcak Külleri Kaldı isimli kitabı ise uzun bir dönemin siyasal ve sosyal olaylarını naif bir dille irdelemiştir. Bu dönemde gerçekten çok güzel romanlar yazılmıştır. Fakat bazıları bu başarının yanından dahi geçememiştir. 12 Mart ile 12 Eylül edebiyatı arasında dahi önemli farklar vardır. Bu nazik durum iki darbe edebiyatı dönemini hem okurlar hem de yazarlar bağlamında birbirinden ayırmaktadır. Bu makalede fazla ayrımcılığa girmenin doğru olmayacağı düşüncesindeyim. Antidemokratik olarak nitelediğim bu iki dönem edebiyatını bir bütünün parçaları olarak anlatmaya çalışacağım. O nedenle tavuk mu yumurtadan çıktı yoksa yumurta mı tavuktan çıktı diye yaşanmış olan süreci ikiye ayıracağıma, 12 Mart ve 12 Eylül’ün temel amaçlarının bir olduğu düşüncesiyle, darbe edebiyatını tek bir çatı altında irdeleyeceğim. Bu dönemin Türk edebiyatına en önemli katkısı, şahsi kanaatime göre Sevgi Soysal, Adalet Ağaoğlu ve Füruzan isimli üç değerli kadın edebiyatçıyı kazandırmak oldu.  Türk edebiyatının bu üç önemli yazarının ortak noktası, bir dönemi anlatan roman ve öykülerinde kadın kahramanların bilişsel, duyuşsal ve devinişsel davranışları ayrıntılı olarak incelemeleridir. Roman kahramanlarını yüzeysel geçiştirmemişlerdir. Bu dönem hakkında yazılan romanların edebiyatımıza olan katkıları büyüktür. O dönemin ardından gelip apolitik olarak yetiştirilen bir kuşağa, romanları ile ve beyaz perde yani sinema yolu ile yaptıkları aktarımlar sayesinde önemli katkı verdikleri yadsınamaz.

     12 Mart ve 12 Eylül’ü yazan romancılarımızın sayısı sanıldığından da fazladır. Şimdi sizleri bu yazarlar ve yazdıkları eserleri ile tanıştırmak istiyorum. Adalet Ağaoğlu (Bir Düğün Gecesi, Hayır, Ölmeye Yatmak, Ruh Üşümesi), Sevgi Soysal (Şafak, Yenişehir’de Bir Öğle Vakti, Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu), Oya Baydar (Sıcak Külleri Kaldı, Hiçbiryere Dönüş), Pınar Kür (Yarın Yarın), Füruzan (Kırk Yedi’liler, Güz Mevsimi, Berlin’in Nar Çiçeği), Ayla Kutlu (Tutsaklar, Ateş Üstünde Yürümek), Emine Işınsu (Sancı, Cambaz), Alev Alatlı (İşkenceci), Latife Tekin (Sevgili Arsız Ölüm, Gece Dersleri), Nazlı Eray (Arzu Sapağında İnecek Var, Sis Kelebekleri), Tezer Özlü Kıral (Çocukluğun Soğuk Geceleri), Gürsel Korat (Ay Şarkısı), Erendiz Atasü (Gençliğin O Yakıcı Mevsimi), Bilge Karasu (Gece), Sevinç Çokum (Zor), Süheyla Acar (Yağmurun Yedi Yüzü), Aysel Özakın (Genç Kız ve Ölüm, Alnında Mavi Kuşlar), Feride Çiçekoğlu (Uçurtmayı Vurmasınlar), Ayşegül Devecioğlu (Kuş Diline Öykünen), Şöhret Baltaş (Koşarken Yavaşlar Gibi), Mime Söğüt (Şahbaz’ın  O Harikulade Yılı 1979), Azra Erhat (Gülleyla'ya Anılar), İlhan Selçuk (Ziverbey Köşkü), Melih Cevdet Anday (Gizli Emir, İsa’nın Güncesi), Çetin Altan (Büyük Gözaltı, Bir Avuç Gökyüzü), Vedat Türkali (Güven I-II, Bir Gün Tek Başına, Mavi Karanlık, Yeşilçam Dedikleri Türkiye, Tek Kişilik Ölüm, Kayıp Romanlar), Samim Kocagöz (Tartışma, Mor Ötesi), Orhan Pamuk (Sessiz Ev), Mehmet Eroğlu (Issızlığın Ortasında, Geç Kalmış Bir Ölü, Yürek Sürgünü, Yarım Kalan Yürüyüş, Yüz 1981), Erdal Öz (Odalarda, Yaralısın, Deniz Gezmiş Anlatıyor, Gülünün Solduğu Akşam, Defterimde Kuş Sesleri), Oktay Rıfat (Bir Kadının Penceresi), Erhan Bener (Sisli Yaz), Ahmet Altan (Dört Mevsim Sonbahar, Sudaki İz), Yılmaz Güney (Salpa, Sanık, Hücrem), Timur Ertekin (Şamanın Üç Soygunu), Tarık Dursun K. (Gün Döndü), Demirtaş Ceyhun (Yağmur Sıcağı), Demir Özlü (Bir Uzun Sonbahar, Bir Küçük Burjuvanın Gençlik Yılları),  Tarık Buğra (Gençliğim Eyvah, Dünyanın En Pis Sokağı), Bekir Yıldız (Darbe), Halil Genç (Koyabilmek Adını), Yahya Akengin (Dönüş Acıları),  Erhan Bener (Sisli Yaz), Hüseyin Şimşek (Ayrımı Bol Bir Yolda, Eylül Şifresi), Nihat Genç (Dar Alanda Tufan, Dün Korkusu), Tahir Abacı (İkinci Adım), Hasan Öztoprak (Devamı Hayat), Hayri Erdoğdu (Oynatmak, Kalabalık Yalnızlıklar), Selami Gürel (Soluksuz), Alper Aksoy (Ümraniye İçinde Vurdular Bizi), Mehmet Zeren (Öz Yurdunda Garipsin), Reşit Karadağ (Direnmenin Bedeli), Cezmi Ancil (Binbaşının Düğünü), Nail Çakırhan (Daha Çok Onlar Yaşamalıydı), Öner Yağcı (Kaptan, Turnalar), Kaan Arslanoğlu ( Devrimciler, Kimlik), Hüseyin Kıran (Resul), Murat Uyurkulak (Tol, Gün Ağarmasa), Mehmet Niyazi Özdemir (Var Olma Kavgası), Gün Zileli (Yarılma, Havariler), Hulki Cevzioğlu (Dünü Bugünü ile 68'liler) . Bunların yanı sıra erişemediğim ve unutmuş olduğum daha nice romancının  onlarca kitapları. O günleri anımsatan romanların yanı sıra çok değerli belgesel anlatılar ve bir o kadar güzel şiirler de var. Bunların içinde en ünlüsü hiç şüphesiz, Nihat Behram’ın yazmış olduğu Darağacında Üç Fidan isimli kitap. 22 yıl boyunca yasaklı kalan kitabın bu güne kadar yüz baskı yaptığını söylersem belki siz de bana hak verirsiniz.

     Yükselen sol harekatın 12 Mart ile birlikte ezilip sindirilmesi edebiyatımızda politik roman döneminin başlamasına neden olmuştur. 12 Mart ve 12 Eylül roman ve romancılarının genel karakteristik özellikleri vardır. Bu romancıların büyük bir kısmı, 68 kuşağı olarak bilinen siyasal guruplara mensup olup, eylemlere fiilen katılmış ya da onların düşüncelerine yakınlık duymuş olan insanlardır. Bunların içinde İlhan Selçuk, Sevgi Soysal ve Erdal Öz gibi, zemini zaten hazırlanmış olan romanları, fiilen yaşadıkları olaylarla bütünleştirerek üretime geçmişlerdir. Toplumcu gerçekçilik diye de adlandırılan bu tür romanlar, sürekliliği olan sağlam bir ideolojik zemine de oturtulmuştur. Yaşanılan korku dönemi içinde ideolojik sorunların durulması sonucunda tam bir hesaplaşma dönemine girilmiştir. Bu nedenle benzer formatta yazılan romanların okuyucuya verdiği mesaj genellikle, yerleşik düzene karşı çıkılması ile sınıf çatışmasını ön plana çıkartmak üzerine oturtulmuştur. Roman kahramanları, çoğunlukla çevreleriyle uyum kuramayan, isyankâr, sıradışı ama ülkesinin bağımsızlığını isteyen kişilerden seçilmiştir. O dönemin romancılarının temel amaçları, bilinçli olarak yaşadıkları dönemin gerçeklerini okuyucuya yansıtmak ve acı gerçekleri hafızalardan silmemek üzerine kuruldu.  Bu sayede o romanlar da tarihin tozlu raflarında yerlerini buldu. Bu romanların büyük bir kısmında, politik ve ideolojik bakış olarak tarafgirlik doğal olarak ön plana çıkarıldı. Karşı görüş yeterince anlatılmadığı için bu tür romanların ömürleri de kısa oldu. Romanlarda görülen diğer bir husus ise genellikle geçmişte yaşananlar anlatılmakta ve sorgulamalar, işkenceler, mahkemeler ile cezaevi ortamları konu edilmiştir. Görülen belirgin eğilimlerden birisi de siyasal örgütlerin yapısını, işleyişini, yapılan hataları ortaya çıkararak özeleştiri yapmak, örgütlerin iç hesaplaşmaları ve çözülme süreçlerini vurgulamak üzerinedir. Romanların birçoğunda da kişisel ve toplumsal çöküşler anlatılmıştır. 12 Eylül döneminin politik ve kültürel düzlemi içinde yazılan ve daha ziyade sol söylemi anlatan romanlar, popüler bir kimlik içine yerleştirildi. 12 Mart ve 12 Eylül romanlarının tümünü aynı kefeye koymak yanlış bir değerlendirmeye yol açar. İçlerinde örnek gösterilecek nitelikte sosyolojik değer taşıyan romanlar da bulunuyor. Buna karşılık bir kısmı kısa yollu taklitçilikten öteye gidemeyen kitaplar. Yazılan romanlarda dikkat edilmesi gereken husus, roman kahramanlarının yaşadıklarını okura yansıtabilmek için yapılan ruhsal ve fiziksel anlatım. Romanı ve yazarı başarılı kılan en temel unsur bana göre bu olmuştur. 12 Eylül 1980 darbesi, topluma siyasal, kültürel ve ekonomik alanda birçok yeni olgu dayatmıştır. Bunların içinde insanların yaşamlarında en etkili değişim, yaşanan anarşi ve terör olaylarını sadece sola fatura edilerek toplumun büyük bir kısmını siyaset dışında bırakmak olmuştur. 12 Eylül toplum üzerinde yeni bir kültür yaratmıştır. Emre Kongar, 12 Eylül Kültürü adını verdiği kitabında bu konuyu ayrıntılı bir şekilde irdelemiş. 1980 darbesinin edebiyatımız üzerinde bıraktığı en önemli etki, romanlarda toplumsaldan bireyselliğe, idealden olandan gerçekçi olana, klasik roman kurgusundan postmodern gibi muğlak kavramlı bir kurguya geçilmesi oldu. Bu yeni duruma geçilirken, roman anlatım tekniğinde mecaz ve istihzaya daha fazla önem verilmeye başlandı. Ayrıca bu dönemde roman kurgusu içinde cinsellik konusu da daha fazla işlenip ön plana çıkarılmaya çalışıldı.

     12 Mart ve 12 Eylül’de çekilen onca acı, Viktor Hugo’nun, “Büyük acılar büyük yazarlar doğurur” sözünü maalesef tam anlamıyla gerçekleşemedi. Büyük yazarlar yetiştirilemedi ama onun yerine “liberal yazarlar” piyasaya çıktı. Liberal yazarlar, kurulan yeni düzene kolayca uyum sağladı. İnsanların menfaat uğruna, kolay ve hızlı bir şekilde fikir değiştirdikleri özellikle bu dönemlerde çok rastlanan bir olgu. İdeolojiler ve fikirler, paranın ve gücün yönüne göre zayıf insanlarda kolay yön değiştirir. Bu olgu bizim toplumumuzda fazlasıyla görüldü. Bu nedenle onların bazılarına liberalden bozma "liboş" kelimesi dahi kullanılır oldu. Bu konuda gördüklerimi ve tanıdıklarımı sakın isim isim sormaya kalkmayın bana. Zira liste o kadar uzun ki yazmaya başlarsam sayfalar yetmez buna.

bottom of page