top of page

HÜZÜNLÜ  PRAG

Prag'dan gece görüntüsü

     Kentlerle özdeşleşen yazarlar vardır. Edebiyat tarihi boyunca ünlü yazarlar yaşadıkları kentleri bir marka haline getirmişlerdir. Bu olgu bazen o kadar ileri boyutlara ulaşmıştır ki bu yazarların isimleri kentin hatta ülkenin adı kadar ünlenmiştir. Modern edebiyatın kurucuları arasında gösterilen ünlü yazar James Joyce neredeyse Dublin şehri ile özdeşleşmiştir. Ernest Hemingway denildiğinde akla önce Havana ile Paris gelir. Marquez’siz bir Kolombiya kimsenin aklının ucundan dahi geçmez. Paris ne kadar Victor Hugo’nun olmuşsa, işte Prag’da o kadar Kafka’ya aittir. Prag denildiğinde akla önce Kafka daha sonra da güzel kadınları gelir. Bu kentte güzel kadınlardan kedi diye bahsedilmesi ise bu kentin kültürel küçük bir farklılığı olarak görülür. Sonuç ne olursa olsun Prag, biraz soğuk, biraz karanlık, oldukça çok mistik ve romantik ama çok güzel bir kenttir. Bu yüzden görülmesi gereken hüzünlü bir kenttir. Bu kent asla Italio Calvino'nun, "Görünmez Kentler" gibi kurmaca kentlerden ve de Umberto Eco'nun, "Prag Mezarlığı" gibi karamsarlık ve kötümserlik yayan kentlerinden değildir.

     

      Ziyaretçiler kente ayak bastıkları andan itibaren, zaman makinası ile farklı bir yüzyıla ışınlanmış gibi bir yoğun bir duygu seli içindedir. Çünkü Prag, masal kitabından fırlamış kentlere benzer. Ünlü yazarlarımızdan Nedim Gürsel, "Bambaşka bir duygu bu, bir kenti yabancı bir kadın gövdesini keşfeder gibi dokunarak, okşayarak algılamak, giderek bütünleşmek onunla, caddelerinde, ara sokaklarında dolaşmak, çıkmazlarında yitip gitmek." sözleri ile betimlemiş  güzel Prag kentini.

    

     Elbe Nehrinin bir kolu olan Vltava nehri, kenti ortasından ikiye bölmüştür. Bu nedenle nehir üzerinde birbirinden güzel köprüler sıralanır. Prag, zarif köprüleri, katedralleri, Arnavut kaldırımlı sokakları ve özellikle Vltava Nehri ile ziyaretçileri kendisine aşık eden bir kenttir. Kent, II. Dünya Savaşından neredeyse hiç zarar görmeden çıkabilmiş nadir kentlerden biri aslında. Bunun da nedeni, Nazi işgali zamanında şehrin halk tarafından, Hitler’e teslim edilmesi. Vltava nehrinin sol tarafı Mala Strana (Küçük Mahalle) bölgesi, sağ tarafı ise Old town (Eski Şehir) olarak anılır. Eski Şehrin arkalarına ise Nove Mesto (Yeni Şehir) ismi veriliyor. Küçük Mahallenin arka taraflarında ise ünlü Prag Kalesi yer alıyor.

Nehirden Prag Kalesinin görünümü
Petrin tepesinden Prag manzarası

     Prag’da gezilip görülmesi gereken o kadar çok tarihi mekân var ki insan hangisine gideceğini şaşırır. Bir şehri tanımanın en güzel yollarından biri sokak sokak dolaşmak. Dünyanın en büyük antik kalesi olan Prag Kalesi, kentteki öncelikle görülmesi gereken yerlerin başında geliyor. Kale dendiğine aldanmayın sakın, Prag kalesi ülkemizdeki kalelere hiç benzemiyor. Charles Köprüsünü geçtikten sonra on dakikalık yürüme mesafesinde bulunuyor. Nehir vadisine bakan bir tepenin üzerine konuşlanan kale, şehre hâkim bir konumda. Kent, Habsburg Hanedanlığının hakimiyetini hissettiriyor adeta. Kalenin ziyaretçiler için kullanılan üç kapısı var. Ziyarete genellikle tören kapısından başlanıyor. Nöbet değişimi merasimine denk gelirseniz izlemenizi özellikle tavsiye ederim. Günümüzde kalenin bir bölümü başbakanlık dairesi olarak kullanılıyor. Kaleye girilen meydandaki eserler de görülmeye değer nitelikte. Kalenin içinde, avlular iç içe geçmiş durumda. Her birinde farklı ayrıntılar ve güzellikler var. Kutsal Haç Şapeli, resim galerisi ve de en önemlisi görkemli Aziz Vitus Katedrali gerçekten çok güzel. Katedralin cephesindeki vitraylar nefes kesecek kadar muhteşem. 18 şapel ise kalenin dış duvarlarına sıralanmış. Aralarındaki Vaclav Şapeli ise diğerlerini gölgede bırakacak kadar farklı. Bundan sonra ziyaret sırası Eski Kraliyet Sarayına gelir. Doğuya doğru ilerlediğinizde bu kez Aziz George Bazilikası çıkacak karşınıza. Hemen yanında ise bir de Manastırı var. Artık Altın Yola da ulaşılmıştır. 16.yy'dan kalan birbirinden şirin evlerin arasında Franz Kafka’nın yaşadığı evi de göreceksiniz. Doğu kapısına doğru ilerlerken önce bir saray, sora oyuncak müzesi olan Siyah Kule çıkacak karşınıza. İkinci göreceğiniz kule ise eski bir hapishane. Merdivenli yol ise sizi tekrar şehrin içine götürecek. Kale bölgesinde en güzel Prag manzarasını ise Petrin tepesinden seyredebilirsiniz. Petrin Kulesi ve çevresi oldukça güzel. Paris’teki Eyfel Kulesi’nin bir benzeri gibi. Gezginlerin dikkatini çeken eski yapıların iyi korunması. Ayrıca görüntü kirliliği yapacak yüksek binalar da yok. Bu bölgeyi gezenlerin aynalı labirentte kaybolmanın zevkini de bir kez olsun tatmaları gerek.

Kafka Evi
Kampa Adasında bir Kafe

     Kale bölgesinin altında kalan bölgenin Küçük Mahalle ismi ile anıldığını söylemiştik.  Bu bölge Vltava nehrine kadar olan bölgeyi içine alır. Küçük Mahalle Meydanı bu bölgenin kalbidir sanki. Meydandaki evlerin güzellikleri tramvay kargaşasının ardında kalır. Aziz Niklaus Kilisesi ise bölgedeki güzel yapılar arasında yer alır. Bana göre bu bölgeyi tramvay ile gezmeniz sizin için daha sağlıklıdır. Buradan demiryolu ile Petrin Gözlemevine de çıkabilirsiniz. Mala Strana’yı Stare Mesto’ya bağlayan Charles Köprüsü ise Gotik mimarinin en güzel örneklerinden biri. Küçük Mahalleyi Charles Köprüsüne bağlayan yol üzerinde sıralanan dükkanlardan Kristal hediyelik eşya alabilirsiniz. Kampa adası da bu bölgede görülmesi gereken yerler arasında.

Charles Köprüsü

     Stare Mesto bölgesinde görülmesi gereken yerlerin başında Astronomik Saat, Belediye Sarayı başta olmak üzere Meryem Ana Kilisesi, Aziz Nikolaus Katedrali, Siyah Madonna’lı Ev, Goltz- Kinsky Sarayı, Clam-Gallas Sarayı, Klementinum ve Yahudi Mahallesi gelir. Sokakların çoğunluğu araç trafiğine kapatıldığından gezmek te bir o kadar kolay. Astronomik Saat, dünyanın en eski üçüncü saati olma özelliğini taşıyor. Birbirinden farklı Babil, Bohemya ve Alman saatlerini gösteriyor. Ayrıca yıldız saatini, güneşin doğuşunu ve batışını, ayın evrelerini ve güneşin burçlar kuşağı üzerindeki konumu hakkında da bilgi veriyor. Saatin üzerindeki maviler gökyüzünü, kahverengi ise yeryüzünü temsil ediyor. Saatin üst tarafına iki pencereye daha sonra 12 havarinin figürleri ilave edilmiş. Her saat başında bu pencereler açılıyor ve havariler sırayla çalan çanın ve öten horozun eşliğinde pencerelerin önünden geçit töreni yapıyor. Aynı anda saatin etrafında yer alan figürler de hareket etmeye başlıyor. Bu ritüel günün her saatinde tekrarlanıyor. Astronomik Saati arkanıza aldığınızda solunuzda göreceğiniz görkemli kilise Tyn Kilisesi. Kilise som altından Meryem kabartmasıyla göz kamaştırıyor. Kilisenin kule uçları şehrin her noktasından görülüyor. Kilisenin karşısında anıt heykel bulunuyor. Marian anıtı (Marian Column) en üstünde Meryem Ana heykeli bulunan bir sütundan oluşan dini bir anıt. Yahudi Mahallesi ise Praglı Yahudilerin yıllarca etrafı duvarlarla çevrili yaşadıkları bölge. Şehrin en ilgi çeken ve en çok ziyaret edilen yerlerinden. Bu mahalleyi detaylı gezmek isteyenler, gitmeden önce mutlaka çeşitli kaynaklardan araştırıp bilgi sahibi olarak gitmeli. Bölgeyi gezerken ihtişamlı Ulusal Tiyatro binasını görmek, hatta mümkünse içinde güzel bir şey izlemek için vakit ayırmayı ile düşünebilirsiniz.

Astronomik Saat
Yahudi Mahallesi

     Eski Şehrin arkasında, geçmişte at pazarı olan ve aslında yeni şehir olarak inşa edilen Wenceslas Meydanını yeni adı ile Vaclav meydanını görmeniz gerekir. Burası çok geniş bir bulvar. Meydanda ise St. Wenceslas Anıtı ile Jan Palach Abidesi var. Siz Yeni şehir dendiğine de fazla bakmayın. Bu bölge de 14.yy.dan kalma antik bir bölge. Yeni Şehirde Aziz Ludmila Kilisesini, modern bir mimariyle yapılmış olan Dancing House’u, gotik tarzda inşa edilen Yeni Şehir Belediye Sarayını, kutsal üçleme inanışını sembolize eden Kutsal Üçleme Kilisesini, Prag Ulusal Tiyatrosunu ve İmparator I. Josef’in gotik tarzdaki heykelinin bulunduğu Kranner Çeşmesini göreceksiniz. Dancing House, dans eden iki partneri sembolize ettiği için Fred Astaire ile Ginger Rogers’a adanmış bir yapı. Bölge, otellerin, tiyatroların, sinemaların, alışveriş merkezlerinin, gece kulüplerinin ve eğlence hayatının merkezi durumunda. Kentin en güzel kadınlarını  özellikle geceleri bu bölgede görülür. Çek kızları da çok güzel ve bir o kadar çekici. Onların karşı konulmaz kılan harika, çekici bir auraları var

Nazım Hikmet'in sevdiği kafe
Vltava Nehrinde tekne turları

     Bana soracak olursanız Prag’a gitmeden önce Franz Kafka’nın bir iki kitabı okunmalı. Prag’a gittiğinizde Kafka’nın yaşadığı evleri ziyaret ederek, kentte onun izini sürmeyi deneyin. Şayet bu sizin edebi hızınızı kesmeyecekse, giderken yanınızda Nazım Hikmet’in Prag için yazdığı şiirleri de alın. Bu şehir, bir maket şehir gibi. Birkaç gün içinde dört bir köşesi gezilip keşfedilir. Yorulduğunuzda dinlenebileceğiniz parkları da var. Ama ben size farklı bir yer önereceğim. Önerim Vltava Nehri üstünde bulunan en büyük ada. Kampa Adasında en çok ziyaret edilen nokta ise Museum Kampa adındaki modern sanat müzesi. Prag’daki en güzel dinlence yerlerinden biri olan bu adaya, Charles Köprüsü’nden karşıya geçerken solda bulunan merdivenlerden inilir. Adanın hemen girişinde minik bir Noel pazarı bulunuyor. Çok şirin kafeleri var. Hatta minik bir değirmene bile sahip. Bence Prag’ın en güzel yeri. Buz gibi havada biraz sıcak şarapla ısınmak için dahi uğrayabilirsiniz bu şirin adaya. Üstelik John Lennon duvarı da bu adada. Nehir ile iç içe güzel zaman geçirmek ve bu atmosferin tadını çıkarmak için işte sizlere bulunmaz bir seçenek. Dikkat etmeniz gereken önemli bir konu ise Prag’da hiçbir tabela İngilizce değil. Çekçe de size ters gelebilir. Bunun yanı sıra geleceğiniz mevsime de dikkat etmeniz gerekir. Kış aylarında Prag’ı ziyaret edecek olanların, aşırı soğuk havadan dolayı önlem almaları gerekir. Dikkatinizi çekecek bir önemli husus da Çeklerin kurallara uymaları. Bizde kuralları çiğnemek marifet gibi görülürken bu şehirde kurallar mutlak uygulanıyor. Toplu taşımacılık ve alt yapı sorunu da halledilmiş durumda. Araba geçecek kadar geniş kanalizasyonlar yapmışlar. Bu nedenle her yağmurda caddeler ve çukur yerler su altında kalmıyor. Ayrıca bu şehirde korna sesi duyulmaz, birbirlerine bağıran insanlara da rastlanmaz. Prag’da köpeklerin insanlardan daha fazla özgürlüğü var. Hemen hemen her insanın bir köpeği bulunuyor.  Caddelerde insanlar köpekleriyle dolaşıp, otobüslere köpekleriyle biniyor. Buna karşılık sokaklarda bir tane bile başı boş hayvana rastlanmıyor. Buranın insanları çocuk beslemekten çok köpek beslemeyi seviyor. Bu nedenle nüfus artışı da sorun yaratmıyor. Şehrin değişik yerlerinde absürt veya sürrealist olarak nitelenen birçok heykel bulunuyor. Bunların birçoğu David Cerny isimli Çek heykeltıraş tarafından yapılmış. Askeri Müzedeki Pembe Tank, Alman Konsolosluğunun bahçesindeki Quo Vadis, Amoya Müzesindeki Silahlar, Lucerna Pasajındaki at heykeli bunların bazıları. Her birinin de farklı birer hikayesi var. Prag’a gittiğinizde bunlardan birkaçını görüp hikayelerini öğrenin. Yemeklerine hiç değinmedim çünkü damak tatları bizimkinden çok farklı. Hele servisleri, tabakları kafana atar gibi. Allahtan Kentucky Fried Chicken, Burger King ve Mc Donalds gibi tanıdık isimler de var. Bu kentin restoranlarında genellikle akşam saat 10 da mutfak kapanır, 11 de ise kapılar kilitlenir. Prag'da güzel şarap bulmak gerçekten zor. Bu nedenle size tavsiyem, Çek birası eşliğinde bir İtalyan lokantasını denemeniz. Çünkü Çeklerin milli içkisi bira. Prag’a farklı bir açıdan bakmak için tekne turlarına katılmak gerek. Bunu yapan birçok firma mevcut. Saatlik, iki saatlik, yemekli ve gece turları gibi alternatifleri de bulunuyor. Bu tur size gerçekten keyifli saatler geçirtecek.

 

      Nazım Hikmet 1956-1958 yılları arasında iki yıl Prag’da yaşamış. Vltava Nehri kıyısındaki bulunan Slavia Kafe onun daimî mekânı olmuş. Bu kafeden nehri seyreder, kuşlara ekmek atarmış. Oturduğu masada İstanbul özlemi dolu şiirler yazarmış. Onun bu halini gören bir ressam, ünlü şairin bir resmini yapmış. Bu resim şimdi Slavia Kafe’nin duvarlarını süslüyor.

 

       "Pırağ şehri yaldızlı bir dumandır

        Vıltava suyunun köpüklerine

        Martı kuşlarıyla gelir istanbul…

        Lejyonerler köprüsüne gidelim Tavfer

        Martı kuşlarına ekmek verelim."

 

        Nazım Hikmet (26 nisan 1958)

 

     Rudolfinum, Vltava Nehri kıyısında, hemen hemen her gün bir klasik müzik konserinin düzenlendiği tarihi mekân. Özellikle müzikseverlerin görmesi gereken bir yer. Prag’ın bazı kilise ve saraylarında klasik müzik konserleri düzenleniyor. Şansınız varsa Mozart, Vivaldi, Dvorak gibi ustaların eserlerini buralarda da dinleyebilirsiniz. Bu kentte konaklama alternatifleri çok. Booking.com.da istemediğiniz kadar. Benim size eksantrik bir önerim var. Prag'ın merkezinde, Vltava Nehri'ne demir atmış olan Boat Hotel Matylda. Karl Köprüsü'ne 1 km uzaklıkta, Karl Meydanı'na ise 10 dakikalık yürüme mesafesinde. Bu gemi otelinde ücretsiz Wi-Fi erişimi bile var. Ünlü Dans Eden Ev'in yakınında bulunan Boat Hotel, Jiraskovo Namesti Tramvay Durağının hemen yanında, Karlovo Namesti Metro İstasyonu'na ise 300 metre mesafede.

      Prag'da bir belediye kütüphanesi bulunuyor. Slovak asıllı sanatçı Matej Kren'in "İdiom" isimli kitap kulesi adlı eseri burada sergileniyor. Sadece bu eseri görebilmek için dahi Prag'a gitmeye değer.

       

     

 

 

 

 

 

 

 

 

 

      Prag, hüzünlü güzel. Güneş bile saatlere göre farklı güzellikler sunar ziyaretçilerine. Onu anlatabilmek için kelimeler yetersiz kalıyor.  En iyisi gitmeden önce, Nedim Gürsel'in İzler ve Gölgeler isimli kitabını ve Nazım'ın yazdığı şiirlerden birkaçını okuyun bu nedenle. Unutmadan söylemeliyim eğer isterseniz bir de Nazlı Eray'ın yazmış olduğu "Kayıp Gölgeler Kenti" isimli romanı ile, Prag'ın gizemli mekan ve sokaklarını, Stalin'in hayaleti ile birlikte fantastik bir yolculuk yaparak tanımaya çalışın. Neyse gezimizi burada noktalayalım ve yeni geziler için yelken açalım.

f6E5z_ZyD0qVFfV-Yob_IA.jpg
bottom of page