top of page

         TOLSTOY MU                                 DOSTOYEVSKİ Mİ ?

         Rusya’nın en önemli roman yazarlarından Dostoyevski, 1821 yılında Moskova’da doğdu.  Babası sert karakterli bir adam olduğu için Dostoyevski, annesine sığındı. Annesinin yardımıyla evinde başladığı eğitimini daha sonra özel bir okulda tamamladı. İyi bir talebeydi, St. Petersburg Askeri Mühendislik Okulu’nu bitirdi. Öğrencilik yıllarında, Rus ve Avrupa edebiyatının önde gelen yazarlarını okuyarak edebiyat dünyasını tanıdı. Kısa bir süre askerlik yaptıktan sonra ordudan ayrıldı. Bu tarihten sonra tüm zamanını yazın hayatına ayırdı. 1846’da ilk romanı olan İnsancıklar adlı eserini yazdı. Kitap büyük umutlarla yayımlandı. Dostoyevski, bir anda tanınan bir yazar statüsü kazandı. Böylece yazdığı ilk romanında başarıya ulaştı. Arkasından ikinci romanı Öteki isimli kitabını yazdı. Bu kitap fazla tutmadı. Eleştirmenler romanı sıkıcı buldu. Bu iki kitabın ardından yazmış olduğu Ev Sahibesi, Beyaz Geceler, Bir Yufka Yürekli ve Netoçka Nezvanova romanları da beklenen ilgiyi göremedi. Boşlukta kalan Dostoysoevski, politikaya yöneldi. Bu kez Çar’ın güvenlik güçleri tarafından, “devleti yıkmaya çalıştığı” suçlamasıyla tutuklandı. İdama mahkûm edildi. İdam sehpasındayken cezası sürgüne çevrilerek Sibirya’ya gönderildi. Yaşadıkları bu olaylar karakterine yansıdı. Birlikte yaşadığı mahkumları gözlemledi ve Rus halkını yakından tanıma fırsatını buldu. Alışık olmadığı zor koşullar nedeniyle sağlık sorunları yaşadı ve yaşadıklarının etkisi birçok eserine yansıdı. 1857’de evlendi. Yaşadığı maddi sorunlar nedeniyle tekrar yazın hayatına dönmek zorunda kaldı. St. Petersburg’a yerleşti, “Vremya” isimli bir dergi çıkarmaya başladı. Bu dergi ve dergide yayınlanan romanları onu şöhret basamaklarında yükseklere çıkardı. 1862’de Fransa, İngiltere ve İtalya’yı kapsayan bir yurtdışı gezisi yaptı. Bu geziler sırasında kumara alıştı. 1864’te eşi ve kardeşi öldü, o da borç batağına gömüldü.  Çaresizlikten Avrupa’ya kaçtı ve kalan servetini de kumar masasında yitirdi. Yayıncısından borç alıp Rusya’ya döndü. 1867’de ikinci kez evlendi. Bir kere daha borca battığı için yeni eşiyle ikinci kez yurt dışına kaçmak zorunda kaldı. Para kazanabilmek amacıyla ülke ülke dolaştı. Bir yandan da yazmayı sürdürdü. Bu süreç içinde Stepançikovo Köyü, Ölü Bir Evden Hatıralar, Ezilenler, Yeraltından Notlar, Suç ve Ceza, Kumarbaz, Budala, Ebedi Koca, Ecinniler, Delikanlı isimli romanlarını tamamladı. 1879’da en önemli yapıtı olan Karamozof Kardeşleri yazmaya başladı. Bu yapıtını da tamamladıktan sonra 9 Şubat 1881’de St. Petersburg’da geçim sıkıntısı içinde yaşamını yitirdi. Eserlerinde etkileyici bir dili ustalıkla kullandı. Romanlarında yer alan iki temel unsur, acıma duygusu ile psikoloji olmuştur. Bu nedenle eserlerinde insan ruhunun derinliklerine inerek roman kahramanlarının kişisel iç çatışmalarını detaylı olarak yansıtmıştır. Gözlemlerinin keskinliği, ayrıntılara verdiği önem, karmakarışık yaşamından çıkardığı karakterleri ve roman kurgulamadaki ustalığıyla ön plana çıktı. Yazmış olduğu Ecinniler adlı kitabında, kendi ateist geçmişinin özeleştirisi yaptı. Gerçek yaşamında kumarbaz olan Dostoyevski, Kumarbaz isimli romanında ise kendi hayatında yaşadıklarını anlatmıştır. Suç ve Ceza ile Karamazof Kardeşler isimli romanlarında roman kahramanlarının ahlaki sorunları sonunda onları cinayet işlemeye kadar sürükleyen süreçleri başarılı bir biçimde kurgulamıştır. Suç ve Ceza romanından çok, bu romanda yarattığı “Raskolnikov” karakteri unutulmaz oldu. Sonuç olarak Dostoyevski, devrinin en önemli yazarlarındandı. Geçen zaman, onun yapıtlarında ele aldığı konuları eskitemedi, güncelliğini korudu. Kendisinden sonra gelen yazarları da çok etkiledi. Bana göre onun hakkında en güzel sözleri Arjantinli ünlü yazar Jorge Luis Borges söyledi; "Her insan ilk kez denize girdiği günü ya da ilkokula başladığı zamanı hatırlar, bir de ilk kez Dostoyevski okuduğu zamanki sarsıcı etkiyi."

         Tolstoy, 1828 yılında Rusya’nın bir taşra kentinde, toprak zengini soylu bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Henüz üç yaşındayken annesinin ölümüyle öksüz kaldı. Babasının isteği ile halası, tüm çocuklarının vasi oldu. Tolstoy, dokuz yaşına geldiğinde bu kez babası bir cinayete kurban giderek hayatını yitirdi. Bu nedenle akrabalarının yanında büyüdü. Bir süre Kazan Üniversitesi’nde öğrenim gördü. Kendisini eğlence, dans, içki, kumar ve kadına kaptırdı. Bu nedenle sınıfta kaldı ve okulu bıraktı. Kısa bir süre sonra, 1845’te Hukuk Fakültesi’ne başladı. Okumayı seven bir gençti. Voltair ve J.J.Rousseau’yu severek okudu, onların etkisinde kaldı. 1847’de bu okulu da yarıda bıraktı. Çarlık yönetimine karşı tepkili olduğu için tahsil hayatını terk edip doğduğu topraklara, yani Yasnaya Polyana’ya yerleşti. Bir süreliğine kendine miras kalan çiftliğinin topraklarını yönetti. Daha sonra Moskova ve Petersburg’un hareketli ortamına döndü. 1852’de orduya katıldı. O yıl ilk kitabı olan Çocukluğum isimli romanını yazdı. Kırım Savaşı’ndan sonra ordudan ayrıldı. 1857’de Fransa, İsviçre ve Almanya’yı kapsayan uzun bir yurtdışı gezisine çıktı. Dönüşte köylülerinin eğitimine yöneldi. 1860-1861 arasında, ikinci kez Avrupa gezisi yaptı, çeşitli ülkelerdeki eğitim sistemleri üzerinde incelemeler yaptı. Ülkesine döndüğünde bir eğitim dergisi çıkarmaya başladı. Bunun yanı sıra, günün şartlarına göre basit ve anlaşılabilir nitelikte ders kitapları yayımladı. Kumar masasında, borcuna karşılık daha bitirmediği “Kazaklar” isimli romanını rehin bıraktı. Giderek kendini, köylülere daha yakın görmeye başladı. Bu arada Turgenyev’le yaptığı bir tartışma sonucunda onu düelloya çağırdı, Turgenyev bu çağrıyı kabul etmedi. Bir kont oğlu olmasına karşılık asalet unvanlarına ve lükse karşıydı. 1862'de kendisinden çok genç olan Sofya ile evlendi. Tolstoy, nikahtan kısa bir süre sonra başyapıtı ''Savaş ve Barış''ı yazmaya başladı. İki soylu ailenin çevresinde kurguladığı bu romanında Tolstoy, ailesinin arşivlerinden yararlandı. Bu kitap birçok eleştirmene göre dünyanın en büyük romanıdır. Eşinin, edebiyat konusunda Tolstoy'a yardımı çok olmuştur. Bu ünlü kitapta birçok düzeltme yaptırdığı söylenir. Evlendikten sonra, Tolstoy, kumarı, eğlence dünyasını ve eğitim etkinliklerini bıraktı ve kendini edebiyata verdi. Eşi Sofya, kültürlü, yazma becerisine sahip çok genç ve güzel bir kadındı. Tolstoy, ailevi sorumluluklarından kaçtığında, eşi kendi yeteneklerini bırakıp evin tüm sorumluluğunu üzerine aldı. Bu mutlu ailenin 13 çocuğu oldu. Tolstoy bu dönemde Hazin Bir Evliliğin Romanı, İlk Gençlik, Gençlik, Sivastopol, Kazaklar, Ivan İlyiç’in Ölümü, Kroyçer Sonatı, Hacı Murat, İnsan Ne İle Yaşar, Sergi Baba, Efendi İle Uşağı, Anna Karenina, Savaş ve Barış gibi dünya edebiyatının en büyük romanlarını yazdı. Savaş ve Barış, onun en ünlü romanı olarak kabul edildi. Bu romanında, Napolyon Savaşları’nın Rus toplumuna etkilerini anlatırken, savaşı yaşayan insanların durumlarına filozofça bir yaklaşım getirdi. Anna Karenina isimli romanı da onun en beğenilen yapıtları arasındadır. Bu romanında, hayatın katı gerçeklerini gözler önüne sererken okuyucuya ahlak dersi de vermiştir. Olağanüstü gözlem gücünü anlatım ustalığı ile birleştirerek bu unutulmaz eserini yazmıştır. Romanını bitirdikten sonra bunalıma girmiş ve intiharın eşiğinden dönmüştür. 1901'de Diriliş ismiyle yazdığı eserinin bazı bölümlerinden dolayı Tanrıyı inkar ediyor suçlamasıyla kiliseden aforoz edildi. Bundan sonra zamanının büyük bölümünü edebiyattan ziyade dini düşüncelere ayırdı ve ahlâk ve doğruluk üzerinde çalışarak halkını aydınlatmaya çalıştı. İlkel Hıristiyanlığı kabul ettiği için kiliseye sırt çevirdi. Bütün servetini yoksullara dağıtan ve onlardan biri gibi yaşamayı seven Tolstoy'un bu nedenle ailesi ile de arası açıldı. 20 Kasım 1910’da ıssız bir tren istasyonunda hayata gözlerini kaparken ardında onlarca ölümsüz eser bıraktı.

        Tolstoy, yaşamı boyunca sosyal haksızlıklara ve sınıf farklılıklarına karşı mücadele eden çok üretken bir yazardı. Zorbalığa ve büyük mülkiyete karşıydı. Radikal düşünceleri vardı. Rus köylüsünün yoksul ve perişan durumu onu çok etkilemiş, kendi servetini onlara dağıtmıştı. Giyimine özen göstermez, kendini köylülerle bir görürdü. Romanlarında konu seçimi ve kullandığı kelimelerin konuya uygun olması, tasvirlerinin kuvveti onun en önemli özelliği oldu. Yapıtlarında sanat gücünü ve düşünce derinliğini çok iyi kullandı. Gerçekçi edebiyatın en önemli temsilcisi oldu. Yarattığı roman kahramanlarının isimleri ve şahsiyetleri yüzyıl sonra dahi unutulmadı. Tolstoy, insanların ahlâkını bozan sanata düşman bir yazardı. Onun temel ilkesini, "Amaçsız sanat olmaz, sanatın başlıca amacı da insanlar arasındaki ilişkilerin düzen1enmesine yardımcı olmaktır. Bu ilişkilerin düzelmesine kesinlikle yardım etmeyen bir şey varsa o da savaştır. Sonucu rastlantıya dayandığı için savaş insanlık dışı, insan yaradılışına aykırı bir şeydir." sözleriyle açıkladı. Kırım ve Sivastopol savaşlarına üsteğmen olarak katılışı ona engin bir savaş deneyim kazandırmıştı. Bu birikimini, Savaş ve Barış isimli en ünlü romanında gözler önüne serdi. Onun için en güzel sözleri ünlü Rus yazarı Turgenyev söylemiştir: '' Bu genç yazar hepimizi gölgede bırakacak. En iyisi yazmaktan vazgeçmek.''

       Klasik Rus edebiyatının aynı dönemde yaşayan iki dev romancısı Tolstoy ve Dostoyevski, 19. yüzyıldan günümüze kadar birbirleriyle kıyaslanmaktan kurtulamadılar. Gerek okurlar gerekse ünlü yazarlar bu kıyaslamaya kendilerine göre cevap verdiler. Fransız asıllı ABD'li edebiyat eleştirmeni, filozof, roman yazarı, çevirmen ve eğitmen George Steiner bu konuda özel bir çalışma yaptı. “Tolstoy'mu, Dostoyevski’mi” isimli kitabı İş Bankası Kültür yayınlarında Türkçeye çevrildi. Steiner, bu iki dev romancının eserlerini epik ve dramatik yazın gelenekleri bağlamında değerlendirdi. Ütopik inançları ve insanlığa duyduğu güvenle onun nazarında Tolstoy bir iyimserdir. En kasvetli, trajik metafizikçilerden olan Dostoyevski ise drama geleneğinin bir devamcısıdır. Aslında Tolstoy mu, Dostoyevski mi? sorusu kolay cevaplanabilecek bir soru değildir. İlk anda, Tolstoy ya da Dostoyevski diye bir cevap verilebilir ama bu cevabın peşi sıra sorulabilecek “Peki niçin” sorusuna tatmin edici bir açıklama getirmek gerçekten çok zordur. Bu ancak iki romancının tüm eserlerini kısa bir zaman diliminde özümseyerek okumakla olabilir. Çünkü sorunun cevabı iki yazarın farklılaştıkları noktaların içinde gömülüdür. Rus filozof Nikolay Berdyaev, bu konuda insanları iki tipe ayırmış; 1. Tolstoy düşüncesine yatkın kişiler. 2. Dostoyevski düşüncesine yatkın kişiler. Oysa aynı coğrafyada ve aynı zaman diliminde yaşayan bu iki ünlü yazarın benzerlikleri de çoktur. Öncelikle ikisi de sıkı birer kumarbazdır. İkisi de kardeş acısını yaşamıştır. O günlerin ünlü Optina manastırına iki romancı da fırsat buldukça gitmiştir. İkisinin de evlerinde Rafael’in, Madonna ve Çocuk tabloları bulunmaktadır. Buna rağmen bu iki ünlü yaşadıkları süre içinde bir araya gelmemiş ve tanışmamışlardır. Bilerek ve isteyerek birbirlerinden uzak durmuşlardır. Topluma, bireye, siyasete, tarihe bakışları birbirinden farklıdır. Mesela savaş, evrensel insani ilkelere yönelmiş Tolstoy tarafından Anna Karenina’nın son bölümünde 1877-78 Osmanlı Rus Harbi üzerinden büyük eleştiri almıştır. Aynı savaş esnasında, Mesihçi beklentilere kapılmış, milliyetçi Dostoyevski, “Tanrı Rus gönüllüleri başarılı kılsın!” sözünü söylemiştir. Aralarındaki anlaşmazlık ölümlerinden sonra da devam etmiştir. Tolstoy, Sovyet idealiyle uyumlu görülürken, Dostoyevski genellikle reddedilmiştir. Netice olarak Tolstoy, epik geleneğin en büyük mirasçılarındandır. Dostoyevski ise dramatik geleneğin bir temsilcisidir. Tolstoy kır ve doğayı anlatan pastoral bir yazardır. Buna karşılık Dostoyevski, hayata ve insanlara kentin ve izbe yapıların içinden bakmıştır . Tolstoy gerçeğin peşinde koşarken Dostoyevski gizemlere meraklıdır. Tolstoy ahlak yolunda dururken Dostoyevski ruhun doğal olmayan dehlizlerinde ve bataklıklarında gezinmeyi sever. Tolstoy somut yaşantıları anlatırken Dostoyevski sanrıların, hayaletlerin sınırında gezinmeyi yeğlemiştir. Çok ünlü bir yazar düşüncesini şu sözlerle açıklamıştır. Klasik bir soru vardır ya, "Issız adaya gitsen, yanında hangi kitabı götürürsün?" diye. Issız bir adaya gitsem yanımda mutlaka Tolstoy'u götürürüm. Ama evde tek başımayken gece yarısı kitabım da Dostoyevski olur. Bir başka yazar ise düşüncesini “Dostoyevski, psikolojik romancılığın başlangıcı, Tolstoy da efsanenin ve tarihin” sözleriyle açıklamıştır.

     Tüm dünyada bu konu hakkında görüşler öne sürülürken ülkemizin ünlü yazarları da kendi görüşlerini şu sözlerle açıklamışlardır.

      SELİM İLERİ: Benim yazarım muhakkak ki Dostoyevski'dir, ama Tolstoy da elbette Rus edebiyatının en büyük yazarlarından birisi. Başta Anna Karanina olmak üzere çok büyük bir zevkle okuduğum kitapları vardır. Dostoyevski ise yaradılışıma daha yakın. Ondaki büyük merhamet duygusu, yazarlık yaşamımda bana daima kılavuz oldu. İç dünyaları Tolstoy'dan daha derinlemesine incelediği için 20. yüzyıl edebiyatına yol açan bir öncü yazar olduğunu düşünüyorum. Tabii, Tolstoy'un Anna Karanina'sı da başlı başına bir iç dünya çözümlemesi, İvan İliç'in Ölümü de aynı şekilde, ama Dostoyevski benim yaradılışıma her zaman daha yakın geldi. Kendi iç fırtınaları da bana çok etkileyici gelmiştir.

      MARİO LEVİ: Benim kesin tercihim Dostoyevski'dir. Çünkü Dostoyevski'de insan karakterlerinin çok daha derinlemesine işlendiğine inanıyorum. Ayrıca şöyle bir ayırım yapıyorum, Nietzsche, ‘Tragedyanın Doğuşu' adlı kitabında iki zihin şekli olduğunu söylemişti; biri ‘Apollonian', öteki de ‘Dionysian' zihin. Apollonian olan bilgeliği, mantığı, aklı öne çıkarır; Dionysian olan ise duyguyu. Tolstoy ile Dostoyevski arasındaki fark bence burada anlam kazanıyor. Ben Tolstoy'u daha çok Apollonian, Dostoyevski'yi de Dionysian olarak görüyorum ve her zaman için tercihim duygular yönünde olmuştur. Tolstoy, Rus edebiyatı içinde Dostoyevski'den daha önemli bir yazar olabilir ama benim tercihim her zaman Dostoyevski'dir. Dostoyevski'yi sevmek daha zordur ama bir sevdiniz mi seversiniz. Ayrıca çekinerek bu ifadeyi kullanacağım ama ben Tolstoy'u Dostoyevski'den daha sıkıcı buluyorum. Dostoyevski beni alıp götürüyor, Tolstoy'u okurken ise zaman zaman çok sıkıldığımı hatırlatırım.

      ATAOL BEHRAMOĞLU: Tolstoy’un açık, aydınlık, araştırıcı, canlı yaşamla dolu ruhu, bana Dostoyevski’nin huzursuz, asabi, patetik kimliğinden çok daha yakın. Tolstoy her zaman tercihimdir. Romanlarında gereksiz uzatmalar olmadığı için. Daha az didaktik olduğu için. Hem mülk sahibi çevreleri hem de köylüyü aynı başarıyla betimleyebildiği için. Dostoyevski'de hiç bulunmayan olağanüstü doğa betimleri için. Yer yer bilinç akımına yaklaşan anlatım özellikleri için. Suç ve Ceza'yı, Karamazof Kardeşleri, Budala'yı bir daha okur muyum, bilmem. Fakat İvan İliç'in Ölümü'nü, Anna Karenina'yı, Savaş ve Barış'ı yine okuyabilirim. Tolstoy'un yapıtlarında genişleyen, derinleşen bir şey var. Dostoyevski ise hep kendi çevresinde dönüyor gibi.

       AHMET ALTAN: Aslında edebiyat, içinde birçok farklı yazara yer veren, çok renkli bir nehir gibi akar. Edebiyatta ‘biri diğerinden daha iyi' gibi bakılmaz. Ama Dostoyevski ve Tolstoy çağdaş olduklarından ve iki ayrı anlayışı temsil ettiklerinden dolayı bu soru hep oldu. Ben Tolstoy'u tercih edenlerdenim. Tolstoy'un anlatımı bana, daha ‘hayatı kucaklayıcı' gelir. Tolstoy'un elleri o kadar iridir ki, hayat onun içinden akıyor gibi gözükür bana. Ayrıca Tolstoy'un yazı kuvvetinin de Dostoyevski'den daha fazla olduğunu düşünüyorum. Dostoyevski'nin yazı gücü çok fazla değil, ama deliliğin sınırını geçip deliler dünyasına, aklın kara yanlarına gidip onları anlatan bir haberci gibi gelir bana. Yani yazardan ziyade, insanlık tarihinde çok az insanın yapabildiği belki de Dostoyevski'den başkasının yapamadığı bir işi yapabilmiş biri olarak gözükür. Benim için Tolstoy, yazar ve edebiyat olarak daha büyüktür, daha hayatı kapsayıcıdır. Dostoyevski hayatın daha dar bir kesimiyle ilişki kurmuşken, Tolstoy bütün toplumu olaylarıyla birlikte anlatabilen bir bakışa ve güce sahiptir.

        GÜNDÜZ VASSAF: Bu, ilk düşündüğümde, ‘Aşklarından hangisini seçersin?' sorusu gibi veyahut da bir gözümü, öbür gözüme tercih etmem gibi. İkisi de hayata farklı dokunuş noktaları, onun için birini öbürüne tercih etmem mümkün değil. Tolstoy'a da aynı soruyu sormuşlar, ‘Ben böyle bir mukayese yapamam' demiş. Ama bu soru, kaç ülkede tartışıldı, hala da tartışılıyor yazarlar arasında. Bu soru hakkında kitaplar var. Ne mutlu ki Rusya'ya, böyle iki yazar anadillerinden onlara seslenmiş. Başka hangi ülke var ki dünyada, iki yazarını böyle tartışabiliyoruz. Ama ben Tolstoy'u severim.

        İşte böyle edebiyat sever dostlarım. Dünya edebiyatının en güçlü iki Rus kalemi hakkında bizim yazarlarımızın görüşleri de bu şekilde. İki yazarın da kitaplarını okuyan birisi olarak şunu söylemek isterim. Her iki yazarın kalitesinden zerre kadar kuşkum olamaz. Sadece eğildikleri ve yazdıkları konulara bakış açıları farklı. Birisi doğayı, insanları resmederken diğeri ise o resmedilenlere ruh veren bir yazar. Sonuç olarak ikisinin de işlevleri çok farklı. Zevkler ve renkler tartışılmaz, bu kez biraz fazla uzattım. Sonuç olarak ben şahsen bu muhteşem ikilinin kitaplarını ikinci kez olsa dahi hala severek okuyorum.

bottom of page