top of page

Edebiyatımızda 3 Kemal'ler

Yaşar Kemal

    Asıl adı Kemal Sadık Gökçeli olan yazarımız Edebiyat dünyamızda Yaşar Kemal olarak tanınır. Romanlarında Anadolu'yu, özellikle Çukurova'yı anlatır. Anadolu insanının hayatını destansı bir üslupla yansıtır romanlarına. Romanlarında olayların gidişatını ve toplumdaki gelişmeleri de gösterebilmek için farklı anlatım biçimleri kullanmıştır. Kendine özgü şiirsel bir anlatımı vardır. Doğa betimlemelerinde ve olayın geçtiği mekânı tanımlamada çok başarılıdır. Neredeyse sürülen bir toprağın kokusunu coşkulu bir şekilde hissettirir okuruna. Demirciler Çarşısı isimli romanında Düldül dağını betimlemesi, okuru o topraklarda yaşatır sanki. Bitkileri, ağaçları, börtü böcekleri ve kuşları kelimelere dökerken onların kanat seslerini duyar gibi olur insan. Ortadirek adlı romanında ise yılanların sevişmelerini yansıtmıştır tüm canlılığıyla. Söz dağarcığı zengindir, atasözlerine, halk deyimlerine ve ikilemelere fazlasıyla yer verir. Mümkün olduğunca kısa yoldan anlatmak ister söyleyeceklerini. Romanlarında kullandığı dil romanın geçtiği bölgede kullanılan, yani Anadolu halkının kullandığı dildir. Aşırı olmasa da yer yer eski sözler de sokmuştur aralarına. Yapıtlarında yeni sözcükleri ise yok denecek kadar az kullanır. Tarımın makineleşmesi ile birlikte köylünün yaşadığı sorunlar ağırlaşmıştır. Bu nedenle feodal düzenin temsilcisi ağaların sömürüsüne karşı direnen köylüler anlatılır romanlarında genellikle. Kişi sayısı fazladır ama birçoğunu başka romanlarında da kullanır. Kullandığı insanlar erkeği olsun, kadını olsun genelde temiz, dürüst, geçim sıkıntısı çeken topraksız köylülerdir.  Ama aralarına kötülerini de bulup sokuşturur. Kişilerini öykü ve roman gerçeği olarak değil, yaşayan ve iç dünyası olan insanlar olarak yaratmıştır. Onların dış görünüşlerini ana çizgileriyle betimlerken, iç dünyaları ve ruhsal durumları üzerinde önemle durmuştur. Genç yaşında Abidin Dino ve Arif Dino ile tanışması hem edebi alanda, hem de düşünme alanında ufkunun açılmasına yardımcı olmuştur. Bunun sonucunda Don Kişot ve Odysseus’su okumuş, onlardan esinlenmiştir. Yaşar Kemal’de Dede Korkut ile Köroğlu’nu sahiplenmiştir. Anna Karenina adlı romanında Tolstoy’un atları çok güzel betimlemesinden de etkilenmiştir. Hayal dünyası geniş olan romancımız, düşle gerçeği iç içe geçirip güzel bir harman yapmış, güncellik ve yalınlığı ön planda tutarak eserlerini yazmıştır. Usta yazarımız Haksızlığa karşı dağa çıkan yetim bir gencin öyküsünü anlattığı dört ciltlik İnce Memed isimli romanı ile girmiştir kitap dünyamıza. Değirmenoluk köyünün yağız delikanlısı Memedin, beş köyün ağası olan Abdi Ağa’ya bir isyanıdır. Haksızlık ve zulme karşı başkaldırının sonunda eşkıya olmasının destansı bir romanıdır. Dağın öte yüzü başlığıyla topladığı üç romanda (Ortadirek, Yer Demir Gök Bakır ve Ölmez Otu) Toroslardan Çukurova’ya ırgatlık yapmaya inen köylülerin yolculuğunu anlatır. Dağ köylerinden gelen bu çaresiz insanların içler acısı dramını yaşatır. Akçasazın Ağaları başlığı altında topladığı Demirciler Çarşısı Cinayeti, Yusufçuk Yusuf isimli romanlarında ise Çukurova’daki sosyal yapının hızlı değişimini ve acımasız ağalık sistemini irdeler. Höyükteki Nar Ağacı ilk yazdığı romandır. Kaybettiği için sonradan basılmıştır. Doğa-İnsan ilişkilerini en iyi biçimde anlattığı eseridir. Çakırcalı Efe bir eşkıyanın hayat hikâyesidir. Teneke Çukurova’da bir kaymakamın yaşama mücadelesidir. Kimsecik dizisi adını verdiği Yağmurcuk Kuşu, Kale Kapısı ve Kanın Sesi isimli kitaplarında Van’dan Çukurova’ya göç eden bir ailenin dramını, bir bakıma kendi hayatını aktarır. Yılanı Öldürseler adlı kitabında töre çatışmasını konu eder. 20 yıl boyunca sadece yaşadığı toprakları yazan Yaşar Kemal, 70’li yıllardan itibaren deniz insanlarının öykülerini de yazmaya başlar. Al Gözüm Seyreyle isimli romanında Karadeniz’in ufak bir sahil kasabasındaki küçük bir çocuğun gözü ile bakar sosyal gelişmelere. Deniz Küstü isimli romanında ise Anadolu’dan İstanbul’a göç edenlerin hikâyesini anlatırken deniz doğasının yok edilmesine isyan eder. Kuşlar da gitti romanında ise çocukların dünyasını ele almıştır. Bir Ada Hikâyesi adı verilen dörtlemesinin ilk romanı Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana da Lozan’da alınan mübadele kararıyla adalarda yaşanan sosyal olayları yansıtmıştır. Karıncanın Su İçtiği isimli kitap ise, beklemenin ve sabrın romanıdır. Tanyeri Horozları ve Çıplak Deniz Çıplak Ada romanları ise yeni bir yaşam kurmanın, aşktan ve insan olmaktan duyulan sevincin romanıdır. Son yazdıkları romanlarda çevrecilik yönü ağır basar. Tek Kanatlı Kuş ise korkunun destansı bir romanıdır. Bu arada yıllarca topladığı Anadolu’nun masal ve efsanelerini iç içe geçirerek efsane romanlarını da kaleme almıştır. Köroğlu, Karacaoğlan, Alageyik söylencelerini Üç Anadolu Efsanesi adı altında kitaplaştırmıştır. Yörük geleneğinin tükenişini ise Binboğalar Efsanesinde anlatmıştır. Hak yadigârıdır, verilmez diyerek, gelenekleri için Beyazıd Paşası Mahmut Han’a savaş açan Ahmet ile Gülbahar’ın hikâyesini ise Ağrı Dağı Efsanesinde anlatır. Bu diyar baştanbaşa adını verdiği Nuh’un Gemisi, Yanan ormanlarda 50 gün, Peri bacaları ve Bir bulut kaynıyor isimli dört kitabında röportajlarını toplamıştır. Bu büyük yazarımız toplumsal olaylara da duyarlıdır. Özgürlük üstüne yazdığı bir yazısında, “Bizi düşünmeye alıştırmamışlar. Üstelik de düşünmeyelim diye ellerinden geleni yapmışlar” der. “İstanbul, bir zamanlar, düşünmeye çabalayanlara cehennem olmuş” diye yazar. “Azıcık düşündüler diye, şimdikiler daha kötü yapıyorlar. Yoklukla, açlıkla, polisle terbiye ediyorlar” diye tanımlar içinde bulunduğumuz günleri.

    Şimdi bu kitapların arasından Ağrı Dağı Efsanesini sizlere tanıtacağım. “Ağrıdağı dünyanın üstüne oturmuş ayrı bir dünya gibidir, ağır, heybetli. Çok zaman Ağrının başı dumanlıdır. Bazı bulutların yerini savrulan yıldızlar alır. Top top, dönen, bir boranda esen yıldızlar. Güneş uzun gecelerden sonra Ağrının böğründen bir kıpkızıl ateş harmanı gibi çıkar.  ” diyerek betimlemiş bu koca dağı büyük ustamız.

    “Ağrıdağının yamacında, 4.200 metrede bir göl vardır, adına Küp gölü derler. Göl bir harman yeri büyüklüğündedir.” Diye başlayıp. “ve her yıl Ağrıdağında bahar gözünü açtığında, çiçeklerle, keskin kokular, renklerle, bakır rengi toprakla birlikte Ağrıdağının güzel, kederli kara gözlü, iri yapılı, çok uzun, ince parmaklı çobanları da kavallarını alıp Küp gölüne gelirler” diyerek devam eden satırlarında bu çobanların kavalları ile gün doğumundan gün batımına kadar Ağrıdağının öfkesi isimli bir ezgiyi çaldıklarını anlatır. Bu sırada kar gibi beyaz bir kuş gölün üstünde dans edermiş. Tam gün battığı anda çobanlar kavallarını bırakır, gölün üstünde dans eden kuş hızla göle iner bir kanadını suya değdirirmiş. Bu hareketi üç kez tekrarladıktan sonra gözden ırak yerlere gidermiş.

    Ağrıdağının en yaşlısı ve en iyi kaval çalanı Sofi isimli beyaz sakallı bir ihtiyarmış. Sofi bir sabah tan ağarırken Ahmedin evinin kapısında duran kır bir at görmüş. Atın gümüş savatlı Çerkes eyerini, sırma işlemeli dizginlerini gören Sofi ürkmüş, Evin içinden kaval sesi geliyormuş. Sofi ata yaklaşmış, at sanki kaval sesini dinler gibiymiş. Kapıya kulak vermiş, içeride Ağrıdağının iflah etmez öfkesini anlatan ezgi çalıyormuş. Sofi kendini kaptırmıştı kavalın sesine. Ahmet diye seslenip, çağırmış. Kapıyı açtığında atı gören Ahmet şaşırmış. Bu dağlarda yaşayan insanların geleneklerine göre bir at bir evin kapısında durursa o evin sahibi atı alıp evinin uzağında yola bırakırmış. Bunu üç kez tekrarladıktan sonra at hala o evin kapısına gelip duruyorsa at o evin sahibinin yadigârı olurmuş. Bundan sonra atın sahibi beyde olsa paşada olsa ev sahibi kellesini verir atı sahibine veremezmiş. Ahmet Sofi ile birlikte üç kez atı uzaklara bırakmış, at her seferinde evin kapısına geri dönmüş. Sonunda at Ahmedin yadigârı olmuş, efsanede oradan başlamış. Bu olay dilden dile, köyden köye giderek yayılmış. Sonunda atın sahibi Beyazıd Paşası Mahmut Hanın kulağına kadar gitmiş. Mahmut Hanın üç kızı varmış ama Gülbahar diğer kızlarından çok farklıymış. Buğday benizli, açık tenli güzel mi güzel bir kızmış. Diğer kardeşlerine benzemez Ağrıdağının kadınları gibi giyinir, saçlarını kırk örgü yaparmış. Ayak bileklerine Ağrıdağı kadınları gibi altın, inci, zümrüt halhallar takardı. Halkın arasına karışıp dolaşır, onlardan biri gibi davranırdı. Atın Ahmedin kapısında durması, Gülbahar ile Ahmedin aşkının bir yansıması olmuş. Bundan sonra Ahmet hem atını hem aşkını Mahmut Hana karşı savunarak bu kitabın konusu olan destanı yazmış. Bazen Ahmet konuşmuş, bazen at konuşmuş bazen de kaval konuşmuş. Bu efsaneyi okurken zindancı Memoyu, demirci Hüsoyu, Kervan şeyhini ve Hoşap kalesi Beyini de tanıyacaksınız.

    Bu destansı güzel ve kısa romanın bize vermiş olduğu mesaj, baskı ve hileye karşı halkın dayanışma gücünün ortaya çıkması olmuştur.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Orhan Kemal

 

 

 

 

 

    Asıl adı Mehmet Raşit Öğütçü olan Orhan Kemal yazı hayatına şiirle başlamış, Nazım Hikmet’in teşviki ile düz yazıya geçmiştir. Yazar, hikâye ve romanlarında Orhan Kemal adını kullanmış ve bu isimle edebiyatımızda özgün bir yeri olmuştur. Toplumsal yaşamımızın çalkantılı olduğu yıllarda, ezilmiş insanların sorunlarını gerçekçi bir biçimde eserlerine yansıtmıştır. Tarla ırgatlarından fabrika işçilerine kimi zaman çalışanları, kimi zaman işsiz insanları konu ederek, ekmek kavgası veren yoksul kesimin insanlarını yalın bir şekilde anlatmıştır. Öykü ve romanlarında bu sömürülen insanları anlatırken onların iç dünyalarını sevecen ve umut dolu bir şekilde yansıtmıştır. Eserlerinde toplumsal çelişkilerin üzerinde durmuştur. Onların dramlarını kendi içinde hissedebildiği için bunları aynı güzellikte kitaplarına yansıtabilmiştir. Yapıtlarında gözlem gücü yüksek, özgün ve yalın bir anlatımı vardır.  Roman ve hikâyelerinde olaylar hızlı cereyan eder, bunun yanı sıra o günlerin modası olan diyaloglara ağırlık vermiştir. Bu sayede ideolojik düşüncelerini daha kolay okuyucuya iletebilmiştir.  İstanbul’da yaşamaya başladıktan sonra romanlarının konusu ve kahramanları değişmiş, dar gelirli insanlar, işçiler, suçlu çocuklar, aylaklar eserlerinin kahramanları olmuştur. Edebiyatımıza işçi sınıfını ve onların sorunlarını ilk sokan yazardır. Romanlarına hareket veren ortak tema kahramanlarının geçim derdi ile birlikte cinsellik olmuştur. Kendisinin ekonomik sıkıntıları nedeniyle o günler için popüler olan kültürün romanlarını yazmıştır. Birçok romanı senaryolaştırılarak melodram tarzında film yapılmıştır. Orhan Kemal ayrıca mizah tarzında da romanlar yazmıştır. Yazdığı dört romanında sert ve acıtıcı gerçekler karşısında mizah ortaya çıkmıştır. Roman kahramanlarını sosyal konulara eleştirel baktırarak mizahı ön plana çıkarmıştır. O güne dek yapılmayan bir şekilde sadece bir kişiye güldürme yerine toplumsal yapıya yapılmış özgün bir mizah anlayışını edebiyatımıza sokmuştur. Yazdığı romanları üç grupta değerlendirebiliriz. 1. Kendi hayatını ve Çukurova’yı işlediği romanlar. 2. İstanbul ve çevresinde yaşayan insanlar ve sorunları. 3. Mizah içerikli yapıtları. Romanlarının yanı sıra Orhan Kemal’in kişilerin hayatı üzerine kurduğu öykücülüğü de önemlidir. Toplumun her kesimindeki insanların salt hayatlarını konu eden öyküler yazmıştır. Her insanın hayatının yazılıp yazılmayacağını, beğenilip beğenilmeyeceğini maalesef sorgulamamıştır. Kitaplarını yazmakta seçici davranmamış, aksine aceleci davranmıştır. Bu nedenle öykülerinin yüzeysel kaldığı söylenebilir. Öykülerini yalın bir gerçekçilik içinde içinden geldiği gibi yazmıştır. Betimlemelere yer vermemiş, düz bir anlatımı tercih etmiştir. Yani öze önem verip biçimi ikinci planda bırakmıştır. Orhan Kemal için öykülerinin nasıl anlatıldığı değil, öykülerinde ne anlatıldığı önemlidir. Hikâyelerinde hayat bulan karakterlerin en önemli problemlerinin geçim sıkıntısı olduğu görülür. Her olayı ekonomiye bağlamış, bunu cinsellik konusu ile zenginleştirmiştir. Romanları gibi öykülerinde de diyaloglara fazla yer vermiştir. Konuşmalar arttıkça edebiyattan uzaklaşıldığının farkındadır ama bu şekilde istediği mesajı kolaylıkla okura ulaştırdığına inanmıştır. Orhan Kemal şiir, roman, öykü, oyun ve senaryo olmak üzere beş farklı alanda yazmıştır. Yazarın 27 romanı, 12 öykü kitabı, 5 oyunu, çeşitli dergilerde basılmış şiirleri, 9’u filme alınmış 10 senaryosu ve 3 film öyküsü vardır. Yapıtlarında görüldüğü gibi edebiyatımızın özensiz ama en üretken yazarlarından birisi olmuştur.

    Orhan Kemal’in önemli romanlarının konularını kısaca anımsayalım.  Evlerden Biri romanında küçük bir insanın günlük yaşantısını başarılı bir şekilde anlattığını,  Kötü Yol isimli romanda ise Kötü yola düşen saf ve temiz bir genç kızın hikâyesini anlattığını görürüz.  Devlet Kuşu kalabalık bir ailenin yaşamını, Yalancı Dünya’da, meşhur olup çok para kazanmak isteyen bir genç kızın serüvenini anlatır. El Kızı isimli kitabında, bir ailedeki gelin-kaynana çekişmesini,  Bir Filiz Vardı romanın da ise, genç bir kızın iş hayatında yaşadığı güçlükleri anlatılmıştır. Gurbet Kuşları, köyünden göç ederek İstanbul’a gelen insanların zorlu yaşam mücadelesini anlatır. Eskici Dükkânı, ayakkabı tamircisi olan bir adamın dramını, Kaçak ’ta ise, bir suçlunun saklandığı evdeki ilişkileri anlatılır. Vukuat Var’da Adana`nın varoşlarındaki yaşamı, Hanımın Çiftliği isimli romanında ise, fakir bir aileden çiftliğe gelin gelen bir genç kızın, geldiği çiftliğin hanımı olmasını anlatmıştır.

    Orhan Kemal’in en iyi romanı Bereketli Topraklar Üzerine adlı kitabı irdeleyelim. Roman Anadolu’nun 80 hanelik bir köyünden Çukurova’ya çalışmaya giden üç genç köylü delikanlısının hayat hikâyesini anlatıyor. Aslında bu sadece onların değil binlerce gencin hikâyesidir. Köse Hasan, Pehlivan Ali ve iflahsızın Yusuf isimli bu üç genç adam, zor da olsa Adana’da bir fabrikada iş bulur. Çok kötü şartlar altında barınırlar, çok kötü beslenirler. Amaçları bir an önce gereken parayı biriktirip köye dönmektir. Gurbete çıkan üç delikanlının da küçük küçük hayalleri, ayrı ayrı umutları vardı. Bu zor çalışma şartları, kötü barınma ve beslenme, önce Köse Hasanı vurur ve delikanlı hasta olur. Şehir yaşantısı onları kısa sürede değiştirmiştir. Gurbete çıkarken anca beraber, kanca beraber diyen gençler hastalanan arkadaşları ile ilgilenmeyip onu yalnız bırakırlar. Bu sırada işlerini ve kaldıkları yeri de değiştirmişlerdir. Pehlivan Ali kumara düşkün olan ustasının karısına gönlünü kaptırır, bir gün birlikte kaçarlar. Kaçtığı yerde de bir çingene kızına âşık olur. Bu sırada iş kazasında ölür. İflahsızın Yusuf ise çalışıp duvarcı ustası olmuştur. Bir gün iki arkadaşının da öldüğünü öğrenir, üzülür. Şehir hayatı onu da değiştirmiş, katılaştırmıştır. Sonunda Yusuf köyüne döner, ailesi sevinmiştir. Ölüm haberini alan arkadaşlarının evinde ise şaşkınlık ve umarsızlıktan doğan ölüm sessizliği vardı. Eserin dilinin akıcı olması ve o günün yaşantısını doğru anlatması okuyucuyu Çukurova’nın o günlerine götürmüştür. Orhan Kemal, döneminin toplumsal sorunlarını romanına canlı bir şekilde yansıtması yazdığı romanın başarılı oluş nedenidir. Gözleri yeni açılan işçiler için sömürü, ırgat başının onlardan aldığı haraç olarak gösterilmiştir. Zira ırgatlar ancak onu anlayabilecek bilince sahipti. Romana geniş bir perspektifle baktığınızda işçi-işveren, emek-sermaye, köylü-şehirli tezatlarında asıl büyük sömürüyü de görebiliriz. Şehirlerin varoşlarını anlatan Orhan Kemalin en güzel romandır

 

 

 

 

 

Kemal Tahir

 

 

 

 

 

 

 

Kemal Tahir’in edebiyatımızda özgün bir yeri bulunmaktadır. Ülkemizde en fazla tartışılan yazarların başında gelir. Sevenleri onu 20.y.y en büyük yazarı olarak kabul ederken, muhalif eleştirmenler tarafından edebiyatçılığı dahi sorgulanır. Şahsi kanaatime göre bu iki görüşte abartılı ve yanlıştır. Kemal Tahir, ülkemizin iyi romancıları arasındadır. Üzerinde bu denli lehte ve aleyhte eleştiri almasının nedeni ise siyasi fikir ve düşüncelerini romancılığının çok önüne geçirmesidir. Siyasi düşünce ve görüşlerine iştirak edersiniz veya etmezsiniz, o ayrı bir tartışma konusudur. İşlediği konuları okuyucusuna aktarış biçimi ve akıcılığı ile en tatsız konuları dahi sıkılmadan okunacak hale getirmesi onun kaleminin kuvvetinden ileri gelmiştir. Aydın kimliği ile sosyalizm taraftarı olan Kemal Tahir, sosyal bazı konularda en katı muhafazakârlarla aynı safta yer almıştır. Solculara göre yeterli olmadığı için, sağcılara göre ise dini konulara hassasiyet göstermediği için fazla sevilmemiştir. Bu nedenle yaşadığı süre içinde ne Musa’ya ne de İsa’ya yaranamamıştır. Yazdığı eserlerin çoğunda batılılaşma karşıtı bir durum sergiler. Bu duruş Kemalizm’e de karşı olması nedeniyle daha da eleştiri almıştır. Marksist bir siyasi gücü alışılmışın dışında bir tarzda savunduğu halde daha fazla tepkiyi de sol kesimden almıştır. Bana göre Kemal Tahir sadece bir roman yazarı değildir, aynı zamanda düşünürdür. İnandığı ve savunduğu sosyal ve siyasi düşüncelerini yazdığı romanın kurgusunun önüne çıkaran bir yazardır. Ondan önceki dönem yazarlarında da görülen bu özellik okuru eğitip yönlendirmek amacını güder. Yazmış olduğu romanlar edebi değerinden ziyade ileri sürdüğü fikirlerden dolayı tartışılmıştır. Günümüz Türkiye’sinde yaşasaydı, Osmanlıcılık tezlerinden dolayı ya devlet üstün hizmet madalyası alırdı ya da Devlet Ana’da kayınbabası Şeyh Edebali’nin Osman beye verdiği nasihatten ötürü Ergenekon davası sanıkları arasında yer alırdı. Kemal Tahir romanlarında yalın bir dil kullandı. Yapıtlarını diyaloglarla zenginleştirdi. Kullandığı dil Çorum yöresinde kullanılan dildir. İstanbul’da yaşayan tahsilli insanları da bu şekilde konuşturması eleştiri almasına da neden oldu. Romanlarında devrik cümle kullanmazdı. Eserlerini genel olarak üç grupta toplayabiliriz. 1. Köy ve köylü sorunlarını içerenler 2. Hapishane ve eşkıyalık sorunlarını içerenler 3. Tarihi sorunları konu edenler şeklinde kaba bir sınıflama yapabiliriz. Bu gurupların arasına girmeyen veya ancak zorlama ile girebilecek olanları ise ayrı değerlendirmek gerekir. Romanlarını yazmadan önce çok uzun araştırmalar yapmış, yaklaşık 3.000 sayfalık notlar çıkarmıştır. Bu araştırmalar ölümünden sonra 15 kitap halinde derlenip yayınlanmıştır. Bu da yazarın ne kadar yoğun çalıştığının bir göstermektedir. Marksist görüşü benimsemesine rağmen onu ülkemiz gerçeğine bağlamakta büyük sıkıntıları vardı. Cumhuriyet döneminin resmi tarih görüşünü de benimsemiyordu. Kemalist ideolojiyi benimsemeyen tarihçi ve bilim adamlarını incelediği için onların etkisinde kaldığı için eleştirilmiştir. Alt yapısı olmayan toplumlarda üst yapıların inşa edilemeyeceğini tezini savunmuştur. Bu nedenle bu düşünce ve görüşlerini romanlarında hep en ön planda tutmuştur. Yazar romanlarında birey yerine toplumun sorunlarına eğilmiştir. Romanlarında kişilerin ruh tahlilleri, mekânların anlatımı gibi şeyler onun için önemli olmayıp teferruat olarak görülmüştür. Kemal Tahir, Çerkezleri, Kürtleri, Lazları, Çingeneleri yani ülkemizdeki tüm etnik kökenli karakterleri yapıtlarında cesaretle misafir etmiştir.

    Kemal Tahir’in dört öykü kitabı, ondokuz romanı yayınlanmıştır. İlk romanı olan Sağırdere ile Körduman birbirinin devamı gibidir. Köyde yaşayan insanların sorunları konu edilmiştir. İlk gerçek Anadolu romanı olarak kabul edilmiştir. Esir Şehrin İnsanları, Esir Şehrin Mahpusu ve Yol Ayrımı romanları Esir Şehir üçlemesi olarak bilinir. Mütareke dönemi İstanbul’unda başlayan roman, kurtuluş savaşı günlerini ve demokrasiye geçiş yıllarını anlatır. Çorum üçlemesi denilen, Yedi Çınar Yaylası, Köyün Kamburu ve Büyük Mal isimli kitaplarında ise Anadolu halkının toplumsal ve sosyal değişimi konu edilmiştir. Bu kitaplarında yoğun bir cinsellik konusu işlemiştir. Köylüyü genellikle ahlaki çöküntü içinde yorumlamıştır. Bu konu yazarın eleştirilen yönlerinden birisi olmuştur. Zira yazar köy kökenli olmadığı gibi, yaşantısının hiçbir dönemini de köyde geçirmemiştir. Hapishanede tuttuğu notlarda ise her zaman suçlu insanlardan yararlanmıştır. Doğal olarak romanlarında bu karakterleri kullanmıştır. Bu konu onu realist olmaktan biraz uzaklaştırmıştır. Rahmet Yolları Kesti adlı romanında eşkıyalık konusunu işlemiştir. Kemal Tahir’den önce ve sonra eşkıyalığı konu eden romanlarda “halktan yana eşkıyalık” kavramı bulunuyordu. Eşkıya, yazarlarımız tarafından biraz da kahraman gibi gösterilmeye alıştırılmıştı. Kemal Tahir bu romanı ile eşkıyanın olumlu gösterilmesine ilk karşı çıkan edebiyatçı olmuştur. Kelleci Memet, Namuscular, Karılar Koğuşu, Damağası romanları ise hapishane hayatı ile Anadolu halkını anlattığı romanlardır. “Orospunun dişisi, erkeği olmaz. Orospuluk huydur. Söz verip tutmamak, borcunu inkâr etmek, birini casuslamak, arkadan adam vurmak, kendinden zayıfı ezmek; hatta korkmak bile yerine göre orospuluktur.” Namuscular romanındaki bu cümle onun özellikle hapiste tanıdığı insanları kısaca nasıl değerlendirdiğini bize göstermektedir. Devlet Ana isimli romanında Osmanlı Devletinin kuruluş dönemindeki Anadolu toprakları anlatılmıştır. Söğüt’te aşiret halinde yaşayan bir topluluktan Cihan İmparatorluğu yaratmanın ip uçlarını vermektedir. Ayrıca Batıyı taklit etmeden kendi milli değerlerimizi kullanarak şahsi sanat anlayışını ve felsefi düşüncelerini de anlatarak roman yazılabileceğini kanıtlamıştır. Kanımca yazarın en önemli eseridir. Bozkırdaki Çekirdek isimli kitabı ise köy enstitülerine eleştirel bir bakışı yansıtmaktadır. Yorgun Savaşçı isimli romanında ise Anadolu da başlatılan Milli Mücadelenin hangi zorlu koşullar altında yapıldığı anlatılmıştır. Hür Şehrin İnsanları yazar öldükten sonra notlarından çıkarılmıştır. 1949 yılında bittiğini tahmin ettiğim müsveddelerin sağlığında niçin basılmadığı tartışma konusudur. Hiçbir kitabında olmadığı kadar fazla bulunan tasvip edilmeyen ilişkiler nedeniyle çok eleştirilmiştir. Bu kitap metinde yer alan diyalogları nedeniyle önemlidir. Bir Mülkiyet Kalesi, Osmanlıdan Ankara hükümetine kadar geçen süreçte bir adamın ev sahibi olma mücadelesi anlatılırken aslında tarih ve dönemin önemli şahısları hakkında yazarın görüşleri anlatılmıştır. Kemal Tahir’in öyküleri de başarılıdır. Göl İnsanlarındaki öyküleri, Kemal Tahir’in iyi bir öykücü olduğunu gösterir. Arabacı, Çoban Ali gibi güzel öyküleri Kemal Tahir’in bu konudaki ustalığını göstermeye yeterlidir. Öykülerinde cinsellikle ekonomik yapı arasında bağlantı kuran öncü bir kimliği bulunmaktadır. Romanlarındaki empoze etme yanılgısına düşmeden yazdığı bu öyküler, Kemal Tahir’in aynı zamanda iyi bir öykü yazarı olduğunun delilidir.

    Ve Kurt Kanunu  

   “Kurtlukta, düşeni yemek kanundur.” Aslında bu söz romanın özeti sayılır. Kurtuluş savaşı kazanılıp Cumhuriyet ilan edildikten sonra eski itibarları kalmayan bir gurup ittihatçı Mustafa Kemal’e İzmir’de suikast planı hazırlar. Yaptıkları planın değerini yükseltmek için işin başında eski İaşe Bakanı Kara Kemal’in bulunduğu söylentisini de yayarlar. Gülcemal vapuru ile İzmir’e giden tetikçiler, içlerinden biri tarafından yapılan ihbar üzerine yakalanır. İstiklal Mahkemesine çıkarılan suçlular idam edilir. Roman olayı planlayan kadın düşkünü İttihatçı Abdülkerim ile haberi olmadan bu olaya karıştırılan Eski İaşe Nazırı Kara Kemal’in kaçış macerasını anlatmaktadır. Kitap üç ana bölümden oluşmuştur. 1.Bölüm Kanlı Tuzak 2.Bölüm Sürek Avı 3.Bölüm İnsanlık Sorunu ismini taşır. Sürükleyici bir macera romanı havasındadır. Sıkı bir Atatürkçü dahi kitabı okurken kaçakların yakalanmasını arzu etmez. Bu yazarın kaleminin kuvvetinden ileri gelmektedir. Kemal Tahir kendi düşünce ve görüşlerini romanlarının arka planında ve kişilere yaptırdığı diyaloglar vasıtasıyla okuyucuya empoze eden bir yazardır. Bu romanında da Kara Kemal’e şu şekilde bir soru sordurması manidardır. “Hilafet kaldırılıyorken Fener Patrikhanesi neden ayakta tutuldu?” Kendisi muhafazakâr bir yazarımızdır ama dini konularla yakınlığı yoktur. Bu soruyu laiklik karşıtı olan kesimi ajite etmek maksadıyla kullandığı tahmin edilmektedir.  Bunun yanı sıra Osmanlılık-Batılılık arasında tezat düşünceleri vardır. O devirde Osmanlı topraklarında 6.000 yabancı okulu olduğunu ifade ederken, Kemalizm’in muasır medeniyet seviyesine ulaşılması görüşüne batılılaşma gözlüğüyle bakıp tenkit ediyordu. Bir başka konuşmacıya “Komitacı demek… Gavurdan kötü…Bir komitacı, Müslüman olayım dese, bikez Gavur dinine girmeden töbesi kabul değil…Sayki kızılbaş-alevi hesabı” konuşması yaptırmıştı. Bu diyalogun ülkede yaşayan büyük bir kesimi rencide edeceğini hesap etmiyordu. Kurt Kanunu romanında diyaloglar çok uzun tutulmuştur. Ayrıca bazıları diyalogdan çıkıp, monolog haline getirilmiştir. Tüm bu olumsuzluklarına rağmen kesinlikle okunması gereken bir eser olduğunu söylemek zorundayım

           

Nâzım Hikmet’le birlikte 1938’de on beş yıl hapse mahkûm edilmiş olan Kemal Tahir (1910-1973) ise daha çok roman üzerinde yoğunlaşmış ve bu türde verdiği eserlerle Orhan Kemal’e kıyasla daha yaygın bir üne kavuşmuştur. Onun 1955’te Sağırdere’yle başlayan romanlarının bir kısmında köy konusu, hapisteyken yakından ilgilendiği Çankırı ve Çorum yöresinde geçen olaylara ağırlık verilerek ele alınır ve buralardaki mülkiyet ilişkileri, ağalık kurumu ve eşkiyalık hareketleri tarihî köklerine dikkat çekilerek anlatılır. Önemli bir kısım romanı da konularını doğrudan doğruya tarihten alır. Yakın tarihe ait çeşitli olaylar Esir Şehrin İnsanları (1956), Esir Şehrin Mahpusu (1962) ve Yol Ayrımı (1971) gibi başarılı romanlarında, farklı bir tarih görüşüyle Osmanlı Devletinin kuruluşu da çok yankılanan ve tartışılan Devlet Ana (1967) romanında anlatılmıştır. Tarihî maddeciliğe farklı bir bakış getiren romanlarında yazar, daha çok toplumların tarihini ön plana çıkardığı için genel olarak kahramanlarına oldukça mesafeli ve olumsuz bir açıdan bakar. Kemal Tahir’in romanları, diyaloglara aşırı derecede ağırlık veren objektif anlatım yöntemi ve kendine özgü üslûbuyla çağdaşlarına nazaran bir farklılık ve üstünlük taşır.

Kemal Tahir gibi daha çok roman türünde yoğunlaşan Yaşar Kemal (d. 1923) de yurt içinde ve yurt dışında çok yankılanan romanlarıyla büyük bir ün kazanmış toplumcu gerçekçi yazarlardandır. Onun 1955 yılında yayınlanan Teneke ve İnce Memed romanlarından başlayarak günümüze kadar yazdığı yirmiden fazla romanı çeşitli dillere çevrilmiş, bunlar yurt içinde ve dışında birçok ödüle lâyık görülmüştür.

Sınıfsal bir bakış açısıyla romanlarında, genellikle Çukurova köylüsünün, Güney ve Doğu Anadolu insanının ekonomik ve toplumsal değişimden kaynaklanan sorunlarını, buralardaki ekonomik sömürüyü, yoksul köylü-zalim ağa çatışmasını, düzene başkaldıran köylüleri, töreleri ve kan davalarını ele alanYaşar Kemal, bu olayları anlatırken halk türkü, masal, efsane ve destanlarından hem konu hem de üslûp açısından geniş ölçüde yararlanmıştır. Bu durumun bir sonucu olarak üslûbu da lirik ve şiirsel bir niteliğe bürünmüştür. Karakteristik bir şekilde İnce Memed romanında görülen bu üslûp, yazarın hemen bütün romanlarında karşımıza çıkmaktadır.

Toplumcu gerçekçi ya da sosyalist gerçekçi roman, daha sonra yetişen köy enstitülü yazarlar kuşağında çok daha şematik kalıplar içerisinde devam ettirilmiştir. Bunlar arasında Sarı Traktör (1959) romanıyla Talip Apaydın’ı (d. 1926) Yılanların Öcü (1959) romanıyla da Fakir Baykurt’u (1929-1999) sayabiliriz. Kendisi de bir köy enstitüsü mezunu olan Mahmut Makal’ın 1950’de yayımlanan ve köye dair ilgi çekici mektup ve notları içeren Bizim Köy kitabının köy romanı üretimine bir hareket, bir hız kazandırmış olduğunu da bu vesileyle belirtelim.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

bottom of page