top of page

Bir Cenap Tezer Hikayesi

Dibeklihan.jpg

     Dağ dağa küsmüş ama kimsenin haberi olmamış. Cenap Tezer’in ölümünden de arkadaş ve akrabalarının dışına neredeyse kimsenin haberi olmadı. O, sağlam, dik durup ödün vermeyen dürüst bir insandı. Yağmur yağarken kimsenin şemsiyesinin altına sığınmazdı. Buna karşılık kendisi ıslanmayı göze alıp şemsiyesini dostlarına verebilen nadir insanlardandı. Zaten tersi olsa ölümünden sonra yer yerinden oynardı. Bu adam kimdi? Neyin nesiydi? ne iş yapardı? Onu yakın tanıyanlar sıkı bir Beşiktaş taraftarı olduğunu, Atatürk’ün çizdiği yoldan sapmayan bir sanat aşığı olduğunu bilirlerdi. Yaz tatillerini Bodrum’da geçirmeye gidenlerin %95’i onun ismini dahi duymamış, bir kısmı ise sadece Dibeklihan ile tanışmışlardı.

     Cenap Tezer, 1943 yılı Beşiktaş çarşı doğumlu yani doğma büyüme Beşiktaşlıydı. Üsküp'ten göçmen olarak İstanbul’a gelip Beşiktaş’a yerleşen bir ailenin çocuğuydu. Ailesinin mekân değiştirmesi nedeniyle ilkokulu İzmir Dikili’deki Ali Çetinkaya İlkokulu’nda okudu.  Öğretmenleri sayesinde küçük yaşta Cumhuriyet değerlerini öğrenip benimsemiş ve Atatürk sevdalısı olmuştu. Öğretmeninin arkadaşları olan Mahmut Makal ve İsmail Hakkı Tonguç gibi o devrin ilerici aydınlarını tanıdı. Dikili Orta Okulunda geçirdiği üç yıl içinde Fransızca öğretmeninin arkadaşları olan Alpaslan Türkeş, Nihal Atsız gibi milliyetçilik akımının öncülerini de tanıdı. Liseyi ise İzmir Atatürk Lisesi’nde yatılı okudu. Tarih öğretmeni Kemal Özerdim sayesinde siyasi bilinci gelişti ve cumhuriyete bağlı iyi bir ve Atatürkçü genç olarak yetişti. İstanbul Teknik Üniversitesi sınavlarını kazanıp sonunda Petrol Mühendisi oldu. Yüksek tahsil yaptığı günlerde en yakın arkadaşı Orhan Kemal in büyük oğlu Nazım oldu. Türkiye İşçi Partisi’nin siyasal hayata yeni başladığı günlerin heyecanı bu genç adamlarını da sardı. Doğan Avcıoğlu’nun çıkardığı haftalık “YÖN” dergisi ise onlara rehber oldu. Vietnam’da savaşın en kanlı günlerinin yaşandığı dönemde onlarda eylemlere katılan gençlere katıldı. Muammer Aksoy ile birlikte milli petrol kampanyalarına öncülük etti. Amerika antipatisi mesleğini değiştirmesine neden oldu. Sonunda kendini alt yapı taahhüt işlerini üstlenen bir taşeron olarak buldu. Zaman içinde evlilikler yaptı üç çocuğu oldu. Yıllar geçtikçe işlerini ilerletti ve ülke çapında ihalelerle inşaat işleri yapar bir duruma geldi. Sonunda İzmir’deki hareketli hayatı terk edip sakin bir yaşam umuduyla ailecek Bodrum’a yerleşmeye karar verdi. Bodrum’daki yaşantıları hiçte düşündüğü gibi olmadı. Bodrum inşaata açtı, yeni eşinin mesleği de mimarlık olduğu için yoğun inşaat ve proje faaliyetlerine daldı. Sonunda adı ünlülerin mimarına çıktı. Bu yoğun çalışma dönemi 25 yıl sürdü. 2008 yılına gelindiğinde çalışıp para kazanmaktan sevdikleri şeyleri kaçırdıklarının ayırdına varan Cenap Bey ve eşi Gülay Hanım yıllardır hayalini kurdukları Dibeklihan projesini uygulamaya geçtiler. Peki, neydi bu Dibeklihan dedikleri proje.

     Dibeklihan projesi, Ortakent’in Yakaköy Mahallesinde 40 dönüm arazi üzerine kurulacak bir sanat ve kültür köyüydü. Düşlerindeki sanat merkezinin orta yerinde ağaç bulunan bir meydan olacak ve çevresine serpiştirilmiş muhtelif atölyeler, sergi salonları, el sanatları merkezi, etnografya müzesi, resim galerisi, sinema, kahvehane, eskici dükkânı ve restoranlar olacaktı. Dikkat edin bu asla bir AVM projesi değildi. Cenap Bey ve eşi Gülay Hanım, el sanatlarını yaşatmak ve Anadolu kültürünü tanıtmak amacıyla bu projeyi düşünüp geliştirmişlerdi. İnsanların önceliği maddiyata dayandırdığı bir dönemde bu kişilerin sanata verdikleri önem gerçekten takdire değerdi. Bu projenin yatırım finansmanını kendileri sağladıkları için köyün bütün kültürel faaliyetlerinde tam bağımsız olacaklardı. Aile kendi dünya görüşlerini istedikleri gibi bu mekânda yansıtacaktı. Buradaki kriterleri ise muhasır medeniyeti takip eden, akla dayanan Atatürkçü bir yoldu. İnşaat için örneklemeleri ise eski bir Selçuklu hanını günümüz gerçekleri ile sitilize edilmiş şekli olacaktı. 2008 de başladıkları projeyi 2009 yılında tamamlayıp hizmete açmışlardı. Sanat Köyü olarak hizmet veren Dibeklihan’ın duvarlarında eski Anadolu taşlarının kullanılmış olması herhalde Mimar Gülay Hanımın fikriydi. Çevrede sergilenen eski dönemlere ait sanat eserleri ve köyün taş duvarları hoş bir ambiyans oluşturmuştu. Geniş bir avlu ve taş sokaklar etrafında konumlanmış tarihi mimarisiyle gerçekten görülmeye değerdi. Dibeklihan’ın başrolünde insan oynuyordu, bu nedenle çalışmaların tamamı el işçiliğine dayanıyordu. Sanat sadece bu ülkenin sanatçıları içinde değil, zaman içinde farklı medeniyetlerin sanatçılarını tanıtan etkinliklere de yer veriliyordu. Sergiler açılıyor, film gösterimleri ve tiyatro oyunları oynanıyordu. Düzenlenen konferans ve söyleşiler ile sanat ve kültür etkinlikleri destekleniyordu. Bu oluşum daha planlama safhasındayken engelli misafirler için köy meydana kadar ulaşan rampalar dahi düşünülmüştü. Ziyaretçilerin bu köyde daha fazla vakit geçirmeleri için gereken ayrıntılar da eksik değildi. Etnografya müzesine “Sandık Odası” ismini vermişler, bu bölümü daimi etnografik sergi alanı olarak düzenlenmişlerdi. Yerel halkın günlük yaşamında kullanmış oldukları ve unutulmaya yüz tutmuş çeşitli objeleri bu alanda sergiliyorlardı. Ülke kültür ve sanatının yapı taşları olan Orhan Kemal, Nedim Günsur, Fikret Otyam, Yıldız Kenter, Erdinç Bakla gibi sanatçıların isimleri sokak ve meydanlara verilerek onurlandırılmışlar. Aslında bu köy sanki kurtarılmış bir bölge veya çölün orta yerinde açan bir çiçek gibi oldu. Sonuç olarak bu mekan, varlıklı olmak için değil, var olmak için uygulanan bir projeydi. Bu yüzden Bodrum’a gelip te bu güzel sanat eserini gezip görmeden geri dönmek kültürel bir günahtı. Doğaya ve kültüre saygıyı ilke edinmiş bu proje ile kültür ve sanata sahip çıkan idealist insanların ön ayak olduğu girişimi desteklemek gelecek için çok önemlidir. Çünkü "Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir."

     Dibeklihan bundan sonra daha da çok ziyaret edilmeli çünkü artık o babasız kalmıştır.

bottom of page