top of page

EDEBİYATIMIZDA

TOPLUMCU  GERÇEKÇİLİK

     Kızıl renge dönüşen gökyüzünün ufuklarında gün batımını seyre dalarken akşam ezanının o şiirsel seslenişi yeni duyumlar çağrıştırdı belleğimde. Denizin yanı başına konuşlanmış masamın üzerindeki beyaz sayfanın üzerine gökten yağmur damlacıkları gibi dökülmeye başladı düşündüğüm kelimeler. Ezan sesinin yarattığı mistik hava, bir ilham perisi oluverdi bir anda. Parmaklarımın arasındaki kalemim gizemli bir hikâye yazarmışçasına hızla hareket etmeye başladı istemim dışında. Koyu bir sohbetin içine dalmışçasına, anlatmak istediklerim dudaklarımdan değil parmaklarımın ucundan dökülüyordu sanki. Bir yanda ufukta giderek kaybolan güneş öte yanda göç yolunu yarılamış güzelim göçmen kuşlar, insanın yüreğini memleket özlemi ile dolduruyordu. İstanbullular ancak yaz tatiline çıktıklarında giderler Anadolu’nun sahil kasabalarına. O da ancak denizin ve güneşin tadını çıkarmak için. Bunun dışında yazarlarımızın romanlarında yazdıkları kadarı ile tanırız vatanımızın bu güzel topraklarını. Geçenlerde Beyazıt’ta sahaflar çarşısını dolaşırken birçok eski tanıdık yazarın kitapları ile karşılaştım. Çoğunu okumuş olduğum bu eski romanlarda yer alan kelime ve cümleler şu anda kalemimin ucundan birer birer dökülüyordu. İlk kez o güzel insanların kitapları sayesinde tanımıştım Anadolu’muzun bu topraklarını. Onların kitaplarını okurken, anlattıkları yerleri görmüş, isimleri geçen insanlarla da tanışmış gibi hissederdim kendimi. Alın teri ve emek sarf edilerek yazılan bu güzel kitapları okumak benim vazgeçilmezim olmuştur benim çocukluğumdan bu yana. Şafaktan günbatımına kadar tütün toplayan insanlarımızı, yurtlarından söküp atılan Balkan göçmenlerimizi, köy ağalarını, eşkıyaları ve de sofrasındaki kıt lokmasını konuğu ile paylaşmayı bilen mazlum insanlarımızla, onların yazmış oldukları bu güzel kitaplar sayesinde tanımıştım.

    

     Edebiyatımızda toplumcu gerçekçilik diye isimlendirilen bir akım vardır. 1930’lu yıllardan 1980’lere kadar bu akımı sürdüren muhteşem yazarlarımız vardır. Bu akım özellikle şiir ve roman alanında varlığını güçlü bir biçimde yarım asır sürdürmüştür. Toplumcu gerçekçilik diye adlandırılan bu akım, Marksist ideolojinin sanatçıya ve doğal olarak da onun yapıtlarına yansıması olarak algılanmalıdır. Sanatçılarda genellikle sanat toplum için yapılır anlayışı hakimdir. Bu nedenle birçok sanatçı, toplumsal sorumluluğa sahip olmak düşüncesini paylaşır. Bu düşünce, roman ve hikâyelerde sağlam bir kurgu yerine, siyasi ideolojileri ön plana çıkarır. Bu nedenle bu dönem eserlerinin bir kısmı belli görüşleri ifade etmek için bir araç olarak kullanılmıştır. Yani bazı yazarlar okuyucuları kendi düşünceleri doğrultusunda yönlendirmiştir. Bu nedenle dönüşüm gerçekleşene kadar toplumcu gerçekçi birçok edebiyatçı yapıtlarında Kemalist ideolojinin öngördüğü halkçılık ve köycülük kavramlarını öne çıkardığını da söyleyebiliriz. Köylerimizdeki yaşam tarzı, köyden kente göçün ortaya koyduğu sorunlar, işçilerin ve dar gelirli insanların dünyası, toplumcu gerçekçi bakış görüşüne uygun olarak okura yansıtılmıştır.

    

     Sadri Ertem, 1930'Iu yılların başında, konularını köylünün, işçinin, orta sınıfın yaşam sıkıntılarını dile getiren roman ve hikayeler yazmıştır. Yapıtlarında üsluba, yarattığı karakterlere ve duygu tahlillerine gereken özeni göstermeyerek sadece ideolojiyi öne çıkarmıştır. Estetikten yoksun ekonomik ve sınıfsal gerçekleri anlattığı Çıkrıklar Durunca, Bir Varmış Bir Yokmuş, Düşkünler, Yol Arkadaşları gibi romanları bu nedenle çok çabuk unutulmuştur. Arkasından gelen yazarlar ise bu akıma damgalarını vuran yazarlar olmuştur. Sabahattin Ali, özellikle Anadolu’ya yönelişle birlikte ne anlattığı kadar nasıl anlattığına da önem veren nitelikli roman ve hikâyeleriyle toplumcu gerçekçilerin öncülerinden olmuştur. Kuyucaklı Yusuf ve İçimizdeki Şeytan isimli romanları ile Değirmen ve Yeni Dünya isimli öykü kitaplarını okuyup, onun kaleminden Anadolu insanı ile tanışmak benim için bir ayrıcalık olmuştur. Roman kahramanlarının karakter tahlillerini, insan ruhunun derinliğine inerek yaptığı için, roman kahramanlarının ruhuna ayna tutan yazar olarak ta tanımlayabilirim. Betimlemekte zorlandığımız duyguları, öykülerinde ustalıkla kelimelere dökebilmiş bir insandır. Kemal Bilbaşar, özellikle Batı Anadolu kasabalarından esinlenerek yazmıştır romanlarını. Eserlerinde yörenin inanç, gelenek ve törelerini, hayat görüşlerini, çıkar çatışmalarını yalın bir dille anlatmıştır. En önemli romanı Cemo, bu nedenle geniş halk kitleleri tarafından sevilip benimsenmiştir. Bu akımın en önemli temsilcisi bana göre Kemal Tahir’dir. Özellikle hapishane yaşamını, Kurtuluş Savaşı’nı, tarihi, köy yaşamını ve eşkıya hikâyelerini konu ettiği romanlarıyla ünlenmiş, çok üretken bir kalemimizdir. Yapıtlarında tasvire önem veren bu değerli yazarımız, eserlerinde anlaşılır bir dil ve yalın bir anlatım kullanarak kolay okunabilir eserler bırakmıştır edebiyatımıza. Osmanlı Devleti'nin kuruluşunu anlattığı, Osmanlı toplumunun gelişim sürecinin Batı'dan farklı olduğunu ileri sürdüğü tezli romanı "Devlet Ana" romanıyla ve Kurtuluş Savaşı yıllarını konu edindiği "Yorgun Savaşçı" romanları onun en önemli romanları sayılır. Bunların yanı sıra Sağırdere, Körduman, Rahmet yolları kesti ve Büyük mal ise onun Anadolu topraklarını ve insanını bizlere tanıtan kitapları olmuştur. Orhan Kemal, öykü ve roman kahramanlarını, günlük konuşma diliyle ve yerel sözcüklerle konuşturması ile ünlüdür. Kitaplarında, Çukurova'nın sanayileşmesini ve işçi sorunlarını, tarımın makineleşmesi ve ırgatların sıkıntılarını, mahpusları, bekçileri gardiyanları konu etmiştir. Vukuat var, Hanımın çiftliği, Kanlı topraklar, Bereketli topraklar üzerinde isimli romanlar onun önemli eserleri arasında yer alır. Bu kadar ciddi yazarın arasına bir iki tane de mizah yazarımızın girmesine kimse karşı çıkmaz sanırım. Adı Cide ile özleşen ünlü yazarımız Rıfat Ilgaz, Hababam Sınıfı isimli mizah kitaplarıyla ünlenmiş olsa da toplumsal sorunları güldürü öğesiyle birlikte verebilen ender kalemlerdendir. Karadeniz’in Kıyıcığında, Karartma Geceleri, Sarı Yazma, Yıldız Karayel isimli romanları ile de bizleri Anadolu insanı ve toprakları ile tanıştırmıştır. Aziz Nesin, ismini dünyaya duyurmuş mizahi öykü yazarımızdır. İnsanımızı gülerken düşündüren, üzülürken gülümseten bir edebi yeteneğe sahiptir. Toplumumuzdaki aksayan yönleri, tenkide uygun tarafları abartılı tiplerle ve halkın kolay anlayacağı bir dili kullanarak eserlerini yazmıştır. Yazdığı kitaplar arasında Zübük, Vatan Sağolsun, Tatlı Betüş, Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz, Kadın Olan Erkek, İt Kuyruğu, Fil Hamdi ve Büyük Grevi bir kalemde sayabiliriz. Necati Cumalı, eserlerinde genellikle Ege bölgesinin kırsal kesim insanını anlatmıştır. Yazar yapıtlarında duru ve sade bir dil kullanmıştır. Geleneksel motifleri, kuvvetli gözlemleri ile harmanlayarak ve en önemlisi tek yanlı siyasi görüş belirtmeden yazmıştır. Köy ve köylü sorunlarını işlerken köylüyü devlete karşı kışkırtacak şekilde yazmaktan özellikle kaçınmıştır. Tütün zamanı üçlemesi dediğimiz Zeliş, Yağmurlar ve Topraklar, Acı Tütün romanı, Susuz Yaz ve Viran Dağlar onun en ünlü kitapları olmuştur. Bu akımın çok önemli ve en genç yazarı ise Yaşar Kemal olmuştur. Kurduğu imge ve mit dünyası, benzetmeler, betimlemeler, doğanın detaylı anlatımı, kullandığı dil, onun anlatımını benzersiz ve çok etkileyici yapmıştır. Toprak ağalarına karşı mücadele eden köylüleri, genç ve idealist devlet görevlilerini, Çukurova’nın o muhteşem doğasını bizlere o tanıtmıştır. Halk öykücülüğünden yola çıkarak, sözlü gelenekte yaşayan Köroğlu, Karacaoğlan, Alageyik gibi öykülerini ve Ağrı dağını efsaneleştirmiştir. Başta İnce Memet olmak üzere, Orta Direk, Ölmez Otu, Yer Demir Gök Bakır onun en güzel yapıtları olmuştur. Şimdi sizlere edebiyat dünyasında fazla tanınmasa da çok yönlü bir sanatçımızı tanıtmak istiyorum. İsmini duyduğunuzda kitaplarından çok onun resimlerini anımsayacaksınız. Fikret Otyam, çocukluk yıllarında ailesinin Niğde-Aksaray’daki eczanesinde, Anadolu insanlarının hikayelerini dinleyerek halkımızın fakirliğini görüp hissederek büyümüş. Öğrencilik yıllarında gazetecilik, sanat-edebiyat yazarlığı ve foto röportajlar yaparak hayata atılmıştır. Doğu ve Güneydoğu Anadolu halkı ile yaptığı röportajları konu alan gazete yazılarını daha sonraki yıllarda Topraksızlar, Gide Gide, Ha Bu Diyar, Harran ve Irıp, Ey Samandağ Samandağ isimleri ile kitap olarak da yayınlanmıştır. Röportaj ve fotoğraflarında olduğu gibi tuvallerinde de Anadolu insanını resmederek hafızalarımıza kazımıştır. Resimlerinde keçi ve başı örtülü Anadolu kadınlarını figür olarak kullanmıştır. Anadolu kadınlarını iri gözlü, küçük burun ve küçük ağızlı olarak algılamamızı resimleri ile o sağlamıştır. Anadolu insanının yaşamını belgelediği fotoğraflarını da Gide Gide başlığı altında, Memleketimden İnsan Manzaraları, Anadolu 63 adlı sergiler ile tanıtmıştır. Fakir Baykurt ise içinde doğup yetiştiği köylüleri ve onların yaşantılarını bize tanıtmıştır. İlk romanı Yılanların Öcü yayınlandıktan sonra tehlikeli görüldüğü için öğretmenlik görevinden uzaklaştırılmıştır. Onun roman dünyası, köy yaşamı, köylü bilinci ve köy sorunları ile doludur. Yılanların Öcü, Kaplumbağalar, Tırpan ve Irazca üçlemesi, onun en ünlü romanlarıdır. Abbas Sayar, köy gerçekliğini döneminin köy edebiyatçılarından farklı yansıtmıştır. Yılkı Atı romanıyla, o güne kadar değinilmeyen bir konuya parmak basmış ve geniş kesimlere hitap etmiştir. Yılkıya yani başıboş bırakılan bir atın doğadaki yaşam mücadelesini arka planda köy gerçekliğini, halkın yoksulluğunu da katarak anlatmıştır. Sayar eserlerinde şiirsel, günlük konuşma dilinin deyimler ile zenginleştirdiği bir dili ve anlatım tekniğini benimsemiştir. Çelo, Can Şenliği, Dik Bayır, Tarlabaşı Salkım Saçak, Anılarda Yumak Yumak ise onun diğer romanlarıdır.

    

     Nâzım Hikmet, Türk şiirinde devrim yapan bir şairimizdir. Şiiri siyasal bir kavga aracı yapması ve bunu açıkça dile getirerek başarılı örneklerini vermesi edebiyatımızda devrim niteliğindedir. Namık Kemal, Tevfik Fikret ve Mehmet Akif gibi ondan önceki şairlerimiz de toplumsal ve siyasal sorunlarla ilgili konularda şiirler yazmışlardır lakin Nâzım Hikmet'i onlardan farklı kılan yanı şiirlerinde toplumsal görüşü ön plana çıkarmasıdır. Nâzım Türk şiirine yenilik olarak lirik toplumcu gerçekçiliği, somut güzellikleriyle gerçek doğayı, hayatta yaşanan gerçek romantizmi ve serbest vezinle şiir biçiminde özgürleşmeyi getirmiş ve devrim diyalektiğini de şiirle bağdaştırmıştır. Düşüncelerinin yanı sıra biçim alanında yaptığı yenilikle de şiirimizde köklü bir değişiklik yapmıştır. Bugün özgür koşuk denilen serbest Nazım, ölçüsüzlük anlamına gelmez. O, yerine göre hece kalıplarını da kullanmıştır. Yakın tarihimizin bir panoraması niteliğinde olan ve onun en önemli eseri olan, Memleketimden İnsan Manzaraları şiirinde, tarih, roman, öykü, oyun, senaryo türlerini harmanlayan yeni bir anlatı türü ortaya çıkarmıştır. Bunun dışında 835 Satır, Jokond ile Si-Ya-U, Varan 3, 1 + 1 = 1, Sesini Kaybeden Şehir, Gece Gelen Telgraf, Benerci Kendini Niçin Öldür dü?, Bir Ölü Evi yahut Merhumun Hanesi, Orman Cücelerinin Sergüzeşti, Unutulan Adam, Portreler, Taranta Babu'ya Mektuplar, Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin Destanı, Kurtuluş Savaşı Destanı, Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim, Kuvâyı Milliye gibi bir çok ünlü eseri bizlere miras bırakmıştır. Onu tek bir cümle ile anlatmak isterseniz, Nâzım Hikmet, sevmek ve sevilmek için yaratılmış çok özel bir insandı.

bottom of page