top of page

YEDİGÖLLER

    Yedigöller yurdumuzun Batı Karadeniz Bölgesinde bulunmaktadır. Her köşesi eşsiz güzellikler içinde olan Bolu dağlarının en ilgi çekici yerlerinden birisi de hiç şüphesiz Yedigöller ve çevresidir. Bu bölgede yapacağınız kısa bir tatil sizlere unutulmaz güzellikte anılar bırakacaktır. Engebeli bir arazi üzerinde bulunan Yedigöller Milli Parkı, heyelan nedeni ile oluşan gölleri ve orman denizini andıran zengin bitki örtüsü ile muhteşem bir görüntüsü vardır. Göller, kayan kitlelerin, vadilerin önlerini kapaması sonucu arkada suların birikesi sonucunda set gölleri şeklinde oluşmuştur. Göllerin bazılarının dip kaçakları ile birbirleri ile bağlantıları da vardır. Yedigöller’e hâkim bitki örtüsü genellikle kayın ağaçlarıdır. Bunun yanı sıra meşe, gürgen, kızılağaç, karaçam, sarıçam, köknar, karaağaç, ıhlamur ve porsuk gibi değişik tür ağaçlar da bulunmaktadır. Etkili koruma ile parkın içinde ve yakın çevresinde sayıları az dahi olsa geyik, karaca, ayı, yabani domuz, kurt, tilki ve sincap gibi hayvan türleri de yaşamaktadır. Park alanı içinde yüzü aşkın kuş türüne de rastlanır. Yedigöller Milli Parkı içerisinde bulunan Kapankaya manzara seyir yerine çıkıldığında gölleri ve eşsiz peyzaj güzelliklerini bir arada görebilmek mümkündür. İsminden de anlaşılacağı üzere bölgede yedi göl mevcuttur. Bu göllerin kuzeyden güneye doğru isimleri; Seringöl, Büyükgöl, Deringöl, Nazlıgöl, Kurugöl, İncegöl ve Sazlıgöl şeklindedir.

Yedigöller’e iki ayrı yoldan ulaşılır. En kısa ulaşım Bolu üzerinden olandır. İkincisi ise Yeniçağa ve Mengen üzerinden yani Ankara’dan gelirken gidilen yoldur. Milli Park içinde konaklama imkânı olmadığı için çevresinde bulunan tesislerde gecelenir. Ben sizlere konaklamak için Hindiba Pansiyonu tavsiye ediyorum. Adını karahindiba çiçeğinden alan tesisin çevresi meşe, kayın, sarıçam ve böğürtlenin yanı sıra çeşit çeşit renk renk çiçeklerle dolu. İçinde de bir dere akar. Aslında buraya pansiyon demek de pek doğru değil. Öncelikle salaşlığını kabul edenler için sanki bir doğa cenneti. Kalabalıktan ve gürültüden uzak, göz alabildiğine yeşil bir ormanlık arazinin içinde akan suyun kenarına kurulu 11 tane özel, küçük evcikten oluşmuş. Her birinin özel girişi olan bu evcikler basit fakat kullanışlı. Her odanın ahşap kaplı müstakil bir banyosu da var. Konaklayanlar gün boyunca cırcır böcekleri orkestrasının çaldığı melodileri dinliyor. Bunun yanı sıra sizi koruyan köpekleri de unutmamak gerekir. Mis gibi bir havanın teneffüs edildiği ormanda, yanı başınızdan akan derenin şırıltısı ile ormanın kokusunu yüreğinizde hissederek uyanmak insana müthiş bir keyif veriyor. İnsan kendini yenilemiş yani gençleşmiş hissediyor. Yemekte sorun değil, güzel şeyler yapılıyor. Asıl eğlence gece yakılan ateşin çevresinde gerçekleşiyor. Reklamlar bittikten sonra gelelim ulaşım sorununa. Önerimiz, Yeniçağa gelince otobandan çıkın. Mengen’i beş kilometre geçtikten sonra yolun sağında kalan Petsa Akaryakıt istasyonunu da 300 metre geçince, yolun sağ tarafında Yedigöller tabelası göreceksiniz. Trafik levhası size yol ayrımını gösterir. Sola dönün ve Yüksel İnşaatın HES tabelası sağınızda kalacak şekilde yola devam edin. Üç kilometre sonra yolun solunda Hindiba Pansiyona ulaşacaksınız. 

     Bu güzel pansiyonda konakladığım süre içinde aklımın ucundan dahi geçmemişti. Ne zaman ki Oya Baydar’ın yazmış olduğu “Yetim Kalacak Küçük Şeyler” isimli anılarını yazdığı kitabı okudum, o anda kafamda bir şimşek çaktı. İnsanoğlu garip bir mahluk. Yaşadığı süre içinde birçok şeyin farkındalığına varmıyor nedense. Bizler kendimizi şartlıyoruz belki de. Kitabı okurken bir yerde Hindibağ Çiçeği konusu geçti. O ana kadar bu çiçeğin ne renk olduğuna dikkat etmemiştim. Halbuki o yeşil yaprakların üzerinde yer alan sarı çiçekler ne kadar da güzel görünüyor dikkat edildiğinde. Ama dikkat etmediğimiz tek şey keşke bu olsa. Bizim gibi kent yaşamı mahkumlarının çoğu aynı durumda. Al birini vur ötekine. Halbuki kırsal alanda yaşayanlar için bunlar su içmek kadar kolay sorular. Örneğin yapraklarını ilk döken ağacın hangisi olduğunu bilir misiniz? Doğrusu bugüne kadar ben hiç dikkat etmemiştim. Aslında birçok ağacın cinsini dahi bilemem o da başka mesele. Örneğin; yapraklarını döken bir ağaca Dalların mı yoruldu? yoksa Üşüyor musun? Diye sormayı hiç aklınızdan geçirdiniz mi? Yok sakın merak etmeyin henüz kaçırmadım keçileri. Sonbahar mevsiminin en belirgin özelliklerinden biri doğadaki renk cümbüşü. Bu mevsimde ağaçların yaprakları yeşilden parlak sarıya, turuncuya, kırmızıya ve sonunda kahverengiye doğru renk değiştiriyor. Peki bunun nedenini bir an olsun hiç düşündünüz mü? Ağaçlar sandığımızın aksine, sadece sonbaharda yaprak dökmezlermiş. Mesela Çam, Selvi, Köknar gibi ağaçlar, sürekli yaprak döktükleri halde bizler bu ağaçları yaprak dökmeyen ağaçlar olarak bilip tanıdık senelerce. Doğa doğa diye dilimizden düşürmediğimiz, fotoğraf çekmek için yanıp tutuştuğumuz bu doğa hakkında o kadar az şey biliyoruz ki, bildiklerimiz bilmediklerimizin yanında belki de nokta gibi kalıyor. Bu nedenle öncelikle farkındalığımızı değiştirmemiz gerekiyor. TV’lerde maç ya da dizi seyredeceğimiz vakitten birazını çalıp sevdiğimiz diğer konuları öğrenmek için biraz zaman ayıralım. Hem de bugünkü ortamda inanın ki kendinizi daha huzurlu hissedeceksiniz.

bottom of page