top of page

UNUTULMAYANLAR

       Erdal Eren, resmi kayıtlara göre 25 Eylül 1961 tarihinde Giresun’un Şebinkarahisar ilçesine bağlı bir dağ köyün de dünyaya gözlerini açtı. İlk ve orta öğrenimini Gümüşhane’de ailesinin yanında yaptı. Lise tahsili için babası tarafından Ankara’da yaşayan ablasının yanına gönderildi. Erdal, Ankara’da Ankara Yapı Meslek Lisesine kaydoldu. O dönem Türkiye’de devrimci mücadelenin en yoğun yaşandığı günlerdi. Toplumun her kesimi, yani öğretmeninden polisine, işçisinden talebesine kadar devrimci ve karşı devrimci olarak ikiye bölünmüştü. Çatışma, direniş ve eylemler sıradan olay haline gelmişti. Bu kaotik ortamdan en fazla etkilenen kesim ise doğal olarak gençler ve talebeler oluyordu. Özellikle devrimci gençlik oynanan bu oyunda kendisine rol arıyordu. Erdal’da lise talebesiydi. Babası ise Atatürk ilke ve inkılaplarını benimsemiş bir öğretmendi. Bu nedenle Erdal, kitaplar ile küçük yaşta tanışmıştı. Halkın kendi iktidarını kurması, bu kötü gidişe son verilip tam bağımsız sosyalist bir iktidarın kurulması için Yurtsever Devrimci Gençlik Derneğine üye oldu. Erdal’da o günün Türkiye’sinde devrimci mücadele de yer alan binlerce gençten biri olmak istiyordu.   

   

     Tarih 30 Ocak 1980. Orta Doğu Teknik Üniversitesi talebesi ve aynı zamanda Yurtsever Devrimci Gençlik Derneği üyesi olan Mehmet Sinan Suner, Ankara’nın Yukarı Ayrancı semtinde duvara slogan yazarken kurşunlanarak öldürüldü.  Sinan’ın katili, o tarihte MHP’de bakan olan Cengiz Gökçek’in koruma görevlisi Süleyman Ezendemir’di. Sinan’ın arkadaşları birkaç gün sonra Hoşdere Caddesinde protesto gösterisi yapmak için toplandı. Topluluğu dağıtmak için Asteğmen Murat Kılıç’ın komutasında oniki kişiden oluşan bir tim görevlendirilmişti. Askerler, slogan atan gençleri dağıtmak ve direnenleri yakalamak için üstlerine yürüdüler. Bunun üzerine gençler geri çekilip, etrafa kaçışarak dağıldılar. Askerler slogan atarak Reşat Nuri Sokağına doğru geri çekilen grubun peşine düştü. Bu kez kaçan gençlerden Erdal Eren bir evin bahçesine girip, bahçede bir insan boyu yüksekliğindeki kalasların arkasını siper aldı. Gelen askerleri kaçırtmak için tabanca ile üstlerine doğru üç dört el ateş etti. Askerler, Erdal’ı kurşun yağmuruna tuttu. Askerlerden Zekeriya Önge sırtından yaralandı. Bunun üzerine bir müddet bahçedeki kalasların arkasında gizlenen Erdal Eren, etrafının askerler tarafından sarıldığını anlayınca silahını kalasların arasına atıp teslim oldu. Bu olayda Erdal’la birlikte 24 kişi tutuklandı. Askerlerin çevrede yaptığı aramada tabanca bulundu. Er Zekeriya Önge, ağır yaralı olarak hastaneye götürülürken yolda hayatını kaybedip şehit oldu. Yapılan otopsisinde sırtından vurularak öldürüldüğü, merminin sırtında yükselerek memesine doğru giderken kemiğe çaptığı tespit edildi. Merminin vücuda girdiği yerde yanık izleri tespit edildi. 2.Şubat.1980 tarihinde Erdel Eren, Zekeriya Önge’yi öldürmek suçu ile tutuklandı. Duruşmada askeri kendisinin öldürmediğini iddia etti. Erdal Eren 19.Mart.1980 tarihinde idama mahkûm edildi ve en hızlı yargılama olarak ülke tarihine adını yazdırdı. Mahkeme aşamasında Erdal’ın avukatlarının sunduğu delillere ve şahitlere itibar edilmedi, yapılan itirazlar gerekçe gösterilmeden reddedildi. Temyiz aşamasına gelindiğinde ailesi, Erdal Eren’in nüfusta yazılı doğum tarihinin 25.Eylül.1961 olduğunun ancak gerçek yaşının daha küçük olduğunu, askere erken gitmesi için yaşını büyük gösterdiklerini ve bu nedenle kemik grafilerinin çekilerek yaş tespiti yapılmasını istedi.  Askeri Yargıtay’ın 3.Dairesine giden dosya önce delil noksanlığından esastan bozuldu. Başsavcılığın itirazı üzerine tekrar incelendi ve bu kez TCK’nın 59 maddesine uyulmadığı gerekçesiyle usulden bozuldu. Bunun üzerine toplanan daireler kurulu bu iki kararı da reddederek yargılanmanın yenilenme yolunu kapattı. Bunun üzerine idam kararı 13.Aralık.1980 tarihinde Ankara Merkez Cezaevinde infaz edildi.

   

      Dava sonrasında Erdal’ın avukatı Nihat Toktay’ın itirazları bu konuda tarafsız olan insanların dahi kafasını karıştırdı. Yapılan itirazlar şu konuları kapsıyordu. Dava sürecinde olay yerinde keşif yapılmadığı, ölen polisin sırtından vurulduğu, çatışma anında sırtını Erdal’a çevirmeyeceği için onun tarafından vurulma ihtimalinin bulunmadığı, Erdal ile birlikte yakalanan 23 sanığın tanık olarak dinlenmediğini, şahit olarak dinlenen askerlerin ifadelerinin ezberletilmiş gibi tek tip olduğu ve gizli alındığını kamuoyuna duyurdu. Bunun yanı sıra ölüme neden olan kurşunun hangi mesafeden atıldığının ve eğiminin ne olduğuna dair bir inceleme yapılmadığı belirterek kurşunun girdiği yerde yanık olmasının kurşunun çok yakından atıldığını gösterdiğini, hâlbuki Erdal ile ölen asker arasında en az on metre mesafe olduğunu söyledi. İtirazlarına şöyle devam etmişti. Şehit olan askerin üzerinde bulunan elbiselerinin adli tıbba gönderilmediği, Erdal’ın bulunduğu yer ile şehit düşen Zekeriya’nın bulunduğu yer arasında iki metre yükseklik farkı bulunduğunu ve bunun kurşunun giriş açısı ile Erdal’ın bulunduğu yerin uyumlu olmadığı, çatışmada kullanılan diğer silahlar üzerinde balistik inceleme yapılmadığını çeşitli şekillerde dile getirmiştir. Ayrıca idam cezası verildikten sonra Erdal Eren’in kemik grafilerinin çekilerek gerçek yaşı için tıbbi tespit yapılmasını talep ettiklerini ve bunun da yerine getirilmediğini kamuoyuna duyurmuştur. Bunun dışında otopsinin Oktay Çetinsoy isimli bir stajyer doktora yaptırıldığını, ancak bu isimde bir doktorun varlığını tespit edemediklerini eklemiştir. Avukat Nihat Toktay’ın yaptığı bu çarpıcı açıklamalar gerçekten düşündürücüdür.

   

     Erdal idam edilmeden 16 saat önce gazeteci Emin Çölaşan ve Savaş Ay ile bir görüşme yapmıştır. Onlarla yaptığı konuşmada da, avukatıyla görüştürülmediğini, 18 yaşın altında olmasına rağmen idam edilmek istendiğini, yaşının 18’den küçük olduğunu tespit edecek olan kemik testi yapılması taleplerinin kabul edilmediğini, vurduğu söylenen Jandarma erine uzakta olduğunu ama otopside yakın bir ateşle öldüğünün kanıtlandığını anlatmıştır. Delillerin tümünün kendinin suçsuz olduğunu gösterdiği halde, kendisini sırf ibret olsun diye asacaklarını ve ölümden korkmadığını sözlerine elemiştir. Avukat Nihat Toktay‘ın, bu davada yaptığı savunmadan ötürü altı ay kadar hapis cezası almış olması da çok manidardır. Erdal’ın idamının ardından, pankart asarak, idama tepkisini dile getirmek isteyen Ercan Koca, gözaltına alındı. Ercan, iki gün boyunca gördüğü yoğun işkence sonucu yaşamını yitirdi. Böylece Sinan, Erdal, Ercan artık birlikte anılır oldu her yıl 13 Aralık’ta.

  

     Erdal Eren’in ailesine yazdığı son mektup.

   

    "Sevgili annem, babam ve kardeşlerim

    Sizlere bugüne kadar pek sağlıklı mektup yazamadım. Ayrıca konuşma olanağımız ve görüşmemiz de olmadı. Zaten dışarıdayken de birbirimizi anlayacak şekilde konuşamadık. (Bu konuda sizlere karşı büyük oranda hatalı davrandım. Ancak bunu size karşı saygı duymadığım, bu nedenle böyle davrandığım şeklinde yorumlamamanızı dilerim) bu nedenle sizlere anlatacağım, konuşacağım çok şey var. Ancak olanak yok. Düşüncelerimi bu mektupla anlatmaya çalışacağım. Şu anda ne durumda olacağınızı tahmin ediyorum. Ama çok açıklıkla söylüyorum ki benim moralim çok iyi ve ölümden de korkum yok. Çok büyük bir ihtimalle bu işin ölümle sonuçlanacağını çok iyi biliyorum. Buna rağmen korkuya, yılgınlığa, karamsarlığa kapılmıyorum ve devrimci olduğum, mücadeleye katıldığım için onur duyuyorum. Böyle düşünmem, böyle davranmam, halka ve devrime olan inancımdan gelmektedir. Ölümden korkmadığımı söylemem, yaşamak istemediğim, yaşamaktan bıktığım şeklinde anlaşılmamalı. Elbette ki hayatta olmayı ve mücadele etmeyi arzularım. Ancak karşıma ölüm çıkmışsa, bundan korkmamam, cesaretle karşılamam gerekir. Biliyorsunuz ki bu ceza işlediğim iddia edilen suçtan verilmedi. Asıl amaçlanan böyle bir olayla gözdağı vermek ve mücadeleyi engellemek hedefine dayalıdır. Bu nedenle sizin de bildiğiniz gibi, kendi hukuk kurallarını çiğneyerek bu cezayı verdiler.

    Cezaevinde yapılan (neler olduğunu ayrıntılı bir biçimde öğrenirsiniz sanırım) insanlık dışı zulüm altında inletildik. O kadar aşağılık, o kadar canice şeyler gördüm ki, bugünlerde yaşamak bir işkence haline geldi. İşte bu durumda ölüm korkulacak bir şey değil, şiddetle arzulanan bir olay, bir kurtuluş haline geldi. Böyle bir durumda insanın intihar ederek yaşamına son vermesi işten bile değildir. Ancak ben bu durumda irademi kullanarak, ne pahasına olursa olsun yaşamımı sürdürdüm. Hem de ileride bir gün öldürüleceğimi bile bile. Sizlere bunları anlatmamın nedeni yaşamaktan bıktığım ya da meselenin önemini, ciddiyetini kavramadığım gibi yanlış bir düşünceye kapılmamanız içindir. Bütün bu yapılanlar, başımdan geçenler, kinimi binlerce kez daha arttırdı ve mücadele azmimi körükledi. Halka ve devrime olan inancımı yok edemedi. Mücadeleyi sonuna kadar, en iyi bir şekilde yürütmek ve yükseltmekten başka amacım yoktur. Mesele benim açımdan kısaca böyle. Ancak sizin açınızdan daha farklı, daha zor olduğunu biliyorum.

    Anne, baba ve evlat arasındaki sevgi çok güçlüdür, kolay kolay kaybolmaz. Ve evlat acısının da sizin için ne derece etkili olacağını biliyorum. Ama ne kadar zor da olsa bu tür duygusal yönleri bir kenara bırakmanızı istiyorum. Şunu bilmenizi ve kabul etmenizi isterim ki, sizin binlerce evladınız var. Bunlardan daha niceleri katledilecek, yaşamlarını yitirecek, ama yok olmayacaklar. Mücadele devam edecek ve onlar mücadele alanlarında yaşayacaklar. Sizlerden istediğim bunu böyle bilmeniz, daha iyi kavramaya çaba göstermenizdir. Zavallı ve çaresiz biriymiş gibi ardımdan ağlamanız beni yaralar. Bu konuda ne kadar güçlü, ne kadar cesur olursanız, beni o kadar mutlu edersiniz. Hepinize özgür ve mutlu yaşam dilerim.

Devrimci selamlar, oğlunuz Erdal."

 

     Şimdi sessiz duruyoruz kıyısında bir düşüncenin
     Unutmamak için çünkü unutuşun kolay ülkesindeyiz
     Ölü balıklar geçiyor kırışık bir denizin sofrasında
     Ve ellerinde fenerleriyle benim arkadaşlarım
     Durmadan düşünüyorum
     Ne kadar çok öldük yaşamak için.

 

     Onar Kutlar
 

bottom of page