top of page

DİSTOPYA ve DİSTOPİK ROMANLAR

ÜZERİNDE BİR ÇALIŞMA

    Distopya kelimesini ilk kullanan, İngiliz iktisatçısı ve fikir adamı John Stuart Mill olmuş. Stuart Mill, distopya kelimesini kötü bir yer anlamında kullanmış. Distopya kelimesi ütopik bir toplum anlayışının anti-tezini anlatabilmek için yaratılmış. İşin temeline inildiğinde Platon’un Devlet’ine, Thomas More’un Ütopya’sına kadar da uzanır. Totaliter bir siyasi otorite ile yönetilen devletlere distopik toplum tabiri uygun görülmüş. Distopik toplum; zaman süreci içinde mimarlık, müzik, edebiyat ve sinema gibi sanat ve kültür konularını da etkisi altına alır. Konumuz edebiyat olduğu için biz sadece yazım dünyası üzerindeki etkilerini incelemeye çalışacağız. Romanları bu bağlamda ele aldığımızda, mekânı ve mekânsal unsurları tasvir etmedeki özellikleri ile zengin bir kaynak oluşturduğunu da görmezden gelmemek gerek. Bu zenginlik nedeniyle edebiyatın başlangıcından itibaren distopya türü romanlar dilin ve kültürün önemli bir parçasını oluşturmuş. Romanlar insanlara yeni bir dünyanın kapısını açan anahtarlar gibidir. Bu nedenle romanları yeni bir dünyanın  nasıl olabileceğini merak eden insanlar okur. Yazar, okurda merak uyandırdığı ölçüde başarılıdır. Yazarlar, günümüzdeki olayları ve geçmişi diledikleri gibi yazabilirler. Onların yazdıkları baktıkları pencerenin konumuna göre değişir. İş geleceği yazmaya geldiği zaman öngörüsünün kuvvetli olması gerekir. Şartların insanları nerelere yöneleceğini tahmin etmek için bilgi sahibi olmak zorunludur. Ancak bu da yetmez hayal gücünü iyi yönetmek gerek. Kontrol ve baskı altında tutulan toplumları ütopya kisvesi altında yapılan kurgularla anlatan bu tür romanları antiütopik romanlar olarak ta tanımlamak ta mümkün aslında. Teknolojinin çok hızlı ilerlemesi ve geleceğin sorgulanması, distopya türü romanların çıkmasına neden oldu. Modern hayatın temel ilkesi, teknolojiyi insanların amaçlarına uygun kullanarak onlara daha iyi bir yaşam ortamı hazırlamak. Ancak yaşamdaki her şeyin altüst olmasıyla nasıl bir ortam ile karşı karşıya kalacağımızı bilemediğimiz ölçüde merakımız da giderek artar. Bu tür roman kurgularında genellikle ileri teknolojinin kötüye kullanımından kaynaklanan paradoksal sorunlar ele alınır. Hikayelerin özünde insan doğasında bulunan kötülüğün, yanlış bir otorite eline düştüğünde, dejenere edilerek kötü sonuçlar doğuracağı vurgulanmaktadır. Bu tür romanlar genellikle kaotik ve karanlık bir yaşamı öngördüğü için kötümser bir tablo ortaya koyarlar. Romanlarda yaşatılan bu menfi ve karanlık hava ise okurun gelecekten ürküntü duymasına neden olur. Yazarlar farklı düşüncelere sahip olsalar dahi toplumun vazgeçilmez temel unsurlarıdır. Bu nedenle medeni toplumların olmazsa olmazlarıdır. Çok dikkatli olmayan okurlar distopik romanlar ile bilim kurgu romanları birbirine karıştırılabilir. Distopyayı bilimkurgudan ayıran en önemli fark, kasıtlı olarak toplumsal ve siyasal eleştiriyi ön plana çıkarmış olmasıdır. Distopya ile Ütopyada çoğu kez karıştırılır. Zira ikisinin de başlangıç noktası aynıdır. Buna karşılık distopya okuyucuyu gidilen yanlış yol üzerinde uyarmaktadır. Bu uyarı distopya ile Ütopya arasında temel ayraç görevinde bulunur. Uyarıdan ders çıkaranların diğerlerini uyarmaları ve gelecek için önlem almaları düşünülmüştür.

     Günümüz dünyasında toplumların hayat tarzına siyasi otoritenin müdahale arttıkça distopyanın da o nispette genişlediği görülmektedir. Bireyin özel hayatının ortadan kaldırılmasından duyulan dehşet distopyaların kurulmasının temel nedeni olmaktadır. Kamusal hayat ile kişisel alanlar arasında sınır azaldığı sürece, özgürlüğüne bağlı bireylerin tepkileri de o nispette artmaktadır. Distopya türünde her ülkenin yazarları kitap yazsa da bu tür yazarlar çoğunlukla İngiliz, Rus ve son dönemlerde de Amerikalı yazarlar arasından çıktığı da görülmektedir. Distopya türü romanlar, özellikle 20. yüzyılın ilk yarısında ortaya çıkan otoriter siyasi iktidar sistemlerine yönelik bir karşı çıkışın araçları olmuştur. Siyasi iktidarlar reklam ve medya sektörünü kullanarak ekonomik ve siyasi imaj yaratarak algı operasyonu yapmakta ve yaratılan bu ortam sayesinde yönetim ve denetim kontrolsüz bir şekilde tek bir gücün eline geçmektedir. Yapılan kitle manipülasyonu ile bu tür toplumlarda her türlü tüketim teşvik edilmekte ama üretim için aynı şey maalesef gerçekleşmemektedir. Üretim reeldir ve bu nedenle ölçülebilir değerleri ihtiva eder. Algı operasyonları ile topluma yeni değerler enjekte edilebilir. Bunu yapabilmek için de teknolojinin nimetlerinden oburca istifade edilir. Bu nedenle bu tür romanları sadece felaket senaryosu olarak görmemek gerekir. Bazıları ileri görüşlü yazarlar tarafından önceden görülmüş felaketleri de haber verebilmektedir. Bu nedenle bu tür romanları, bir aydın olarak yazarın sessiz çığlığını içerebileceğini akıldan çıkarmamak gerekir. Komünist sistemde ortaya çıkan toplumsal olayların veya Nazi Almanya’sının oluşturduğu travmaların, bugünkü küresel sorunların başlangıcı olabileceğini göz ardı etmemek gerekir. Hitler bu konuda yalnız da değildir. İtalya gibi Rönesans’ın beşiği İtalya’da da Mussolini gibi bir lider, onunla iş birliği yapmıştır. Bu sorun günümüzde aynen devam etmektedir. Bununla ilgili politik bir çalışmaya, Trump’ın seçim kampanyasında ABD’de de görülmüştür. Trump destekçisi tweet’lerin %80’inin, bu hesapları yöneten Rus troll grupları olduğu söylentileri ortalığa yayılmış ve bunun üzerine George Orwell’in 1984 isimli romanının satışları tavan yapmıştır. Kitapevlerinde bu kitap tükenmiştir. Trump’ın başkanlık yemini sonrası bu kitabın satışı yaklaşık yüzde 9.500’lük bir rekor satış patlaması yaşamıştır. İnternetin sanal dünyadaki bu başarısını tesadüflerle izah etmek mümkün değildir. Parçalanmaya yüz tutmuş bir AB’nin yanında, ikiye bölünmüş güçsüz bir ABD ve zayıf bir NATO, Rusya’nın her zaman işine gelecektir. Yaşananları yeni ve sanal ütopyanın başarısı olarak görmek gerekir. Çünkü insanların büyük bir kısmı geçmişe veya geleceğe değil sadece yaşadıkları ana bakar. Aynı insanlar, olayların küresel ilişkisine değil sadece yakın çevrelerindeki etkisini hisseder. Ayrıca insanların büyük bir kısmı karşıt görüşleri ne okur ne de dinler. Harvard Üniversitesi tarafından yapılan bir araştırmaya göre Çin otoriteleri tarafından internete yılda 448 milyon sahte yorum bırakıldığı bilindiğine göre bu konuda fazla bir yorum yapmanın abesle iştigal olacağını rahatlıkla söyleyebiliriz. Günümüzde yaşanan Corona faciası dahi bu konu ile ilgili olabilir. Zira para ile iktidar hırsı insanlara her şeyi yaptırabilir. 

     Konumuza dar çerçevede dönecek olursak, Türk yazarları içinde de geleceğe bu ve buna yakın açıdan bakan edebiyatçılarımız bulunmaktadır. Bu konuya örnek olarak Zülfü Livaneli’nin "Son Ada"’sı, Alev Alatlı’nın "Kâbus"’u, Bedri Baykam’ın "Kemik" isimli romanı, Mine G. Kırıkkanat’ın "Bir Gün Bir Gece", Bilge Karasu’nun "Gece" ve Ayşe Kulin’in "Tutsak Güneş" isimli romanlarını okumamız gerek. Bu kitapların bazılarında yazarlar, direkt olarak bir distopyaya işaret etmemiş olmakla birlikte dolaylı yoldan, imgelerle ve sembollerle karışık bir dil kullanarak aynı sonuca ulaşmışlardır. Modern edebiyatın yeni ve belki de en ilgi çekici konularından biri olan distopik kurgu, bugün edebiyat alanında yeniden popüler olmaya başladı. Yaşadığımız hayatın distopyayla olan ilişkisi de sorgulanır hale geldi. Bu nedenle edebiyatımızda genç yazarlarımızın distopya örnekleri de artmaya başladı. Şöyleki; Hakan Bıçakçı’nın Doğa Tarihi, Özge Sarıoğlu’nun Yangın, Işıl Kocaoğlan’ın Bir sabah uyandığımda yoktum ve Selim Erdoğan’ın ikibinseksendört isimli romanlarını bunlara örnek olarak gösterebilirim.

     Biliyorsunuz ki, son günlerde dünyada bir distopya modası aldı başını gidiyor. Açlık Oyunlarının ardından Uyumsuz isimli kitap da beyaz perdeye aktarıldıktan sonra bu tür romanlara okuyucunun ilgisi de tavan yaptı. Ben de kendime göre küçük bir liste yaptım ve popüler distopya kitaplarını sizinle paylaşmak istedim.

       Yazarı ve kitap ismi

  1. George Orwell, Hayvan Çiftliği

  2. George Orwell, Bin Dokuzyüz Seksen Dört

  3. Margaret Atwood, Damızlık Kızın Öyküsü

  4. William Golding, Sineklerin Tanrısı

  5. Ray Bradbury, Fahrenheit 451        

  6. Suzanne Collins, Açlık Oyunları

  7. Aldous Huxley, Cesur Yeni Dünya

  8. Yevgeny Zamyatin, Biz

  9. Anthony Burgess, Otomatik Portakal

  10. William Gerald Golding, Sineklerin Tanrısı

  11. José Saramago, Körlük        

  12. Katharine Burdekin, Swastika Geceleri

  13. Margaret Atwood, Damızlık Kızın Öyküsü

  14. Paul Auster, Son Şeyler Ülkesinde

  15. Ursula K. Le Guin, Mülksüzler

  16. Ayn Rand, Ego

     Şimdi sizlere bu kitapların içinden ünlü İngiliz romancı George Orwell’ın yazmış olduğu 1984 isimli kitabı tanıtacağım. Romanın ana konusu, II. Dünya Savaşı sonrası oluşan otoriter yönetimlerdir. Özellikle Sovyetler Birliği’nde savaş sonrası komünist rejimin yanlışlıkları konu edilmiştir. Bunun için hayali bir ülke olarak Okyanusya ülkesi yaratılmıştır. Totaliter ve baskıcı bir iktidarın kontrolünde olan Okyanusya toplumunun yaşadığı olaylar anlatılmıştır. Romanda, ülkenin toplumu, iktidar partisi ve parti lideri Büyük Birader’in diktatörlüğünde ayrışmaya uğrayarak sınıflara bölünmüştür. Hiyerarşik sınıflamada orta sıralarda yer alan bir bürokrat, romanın baş kahramanıdır. Doğruluk Bakanlığı’nda çalışan dış parti üyesi Winston Smith’in gözünden baskı altında yaşayan Okyanusya toplumunun geçirdiği evreler anlatılmaktadır.

   20.yüzyılın en popüler distopik romanlarından biri sayılan 1984 isimli bu kitabı üç bölümde incelemek gerekir. 1.bölümde, bu toplumda yaşanan günlük hayat ile birlikte roman kahramanı Winston tanıtılmaktadır. İkinci bölümde ise kahramanın bir kadınla yaşadığı cinsel ilişkisinin arkasındaki fonda parti yönetimine karşı olan düşünceleri anlatılmaktadır. Son bölümde ise Winston’ın parti tarafından ele geçirilerek işkencelerle sisteme uygun bir vatandaş haline getirilme hikayesi anlatılmıştır.

  İnsanoğlu dünyaya geldiği ilk andan itibaren yaşamını kolaylaştırmanın çaresini aramıştır. Önceleri işten gelen dürtülerle başlatılan bu değişim giderek plan ve programlı bir hale dönüşmüştür. Özellikle birlikte yaşam amacı ile toplum oluşturulması, toplum liderlerini yeni arayışlara yöneltmiştir. Sarf edilen bu çalışmalar insanları fiziksel ve zihinsel yönden geliştirmiştir. İnsanların daha iyi bir yaşam sürme istekleri ise onları daha iyi, daha güzel ve daha müreffeh bir toplum sistemi yaratmağa götürmüştür. Romanın temelini oluşturan ideal toplum planları, daha sonra gelecek toplumlarının totalitarizme dönüşme aşamasında değerlendirilmiştir. Bu romanda totaliter yaklaşımlarla bireyler üzerinde tahakküm kurulmakta, bireysel ve toplumsal farklı kimlikler yok edilerek, düşünmeyen ve sorgulamayan bireyler yaratılmaktadır. Yaratılan yeni düzende insanlara adalet, özgürlük ve eğitimin eşit dağıtıldığı halde toplum bütününde mutluluk sağlanamadığı yani hedefe ulaşılamadığı gösterilmiştir. Totaliter iktidar, toplumda eşitlik sağlayabilmek için bireylerin özgürlük alanlarını kısıtlamak zorunda kalmıştır. Bu yeni durum ise distopik bir toplum yaratarak bireyler üzerinde korku ve zorbalık üretmiştir. İnceleme konumuz olan romanda, siyasi iktidarlarca tasarlanan mutlu toplum yaratma projesi sonuçta kaosa dönüşmüş ve varlığını sürdürememiştir.

     Orwell, yazdığı bu eserinde, sosyolojik tespitler ve uyarılar yapmıştır. Bu tür bir toplum yaratmanın bazı ön şartları vardır. Bunların içinde en önemlisi, bireylerin o güne kadar bildiği her şeyi unutmalarıdır. Halk iletişim araçları ile gerçekten yeni duruma inandırılmak zorundadır. Bu nedenle yeni algı tanımlamalarının da oluşturulması gerekmektedir. Bunun sonucunda sıradan vatandaşların zihinleri tabir caizse 2+2=4 yerine 2+2=5‘i bile kabul edecek şekilde dizayn edilebilir. Bunun arkasından, toplum içinde birlikte yaşamak için barış istemek dahi suç olarak algılatılabilir ve barış isteyenler, terörist ilan edilebilir. Bu nedenle öncelikle bilimle ve araştırma ile arası iyi olan akademisyenler, tutuklanıp hapse atılırken, cehaleti ve savaşı savunan akademisyenler üniversitelerde kolaylıkla yükselip yönetim kadrolarında yer alabilir. Bunu uygulayabilmek için de parti, iktidarını sürekli gözetim ve muhbirlikle sağlamlaştırmak gerekir. Ayrıca Düşünce Polisi gibi kitabın belli başlı yapıtaşları ya da başka bir deyişle eserin belki de bel kemiğini oluşturan bir kavramı da devreye sokmak zorundadır. Artık toplum o hale gelmiştir ki birini sevmek dahi suç sayılmaktadır. Çünkü sevmek, düşünce suçlusu sayılması için yeterli bir kanıttır. Netice olarak yapılmak istenen, toplumu kayıtsız şartsız boyun eğmesi amacına uygun olarak şartlandırmak ve yönetenler değişse de yönetim anlayışını değiştirmeden kurulmuş olan düzeni devam ettirebilmektir. Orwell, romanını yazarken Sovyet parti ideolojisini bir araç olarak kullanmıştır. Bu nedenle Sovyet-Totaliter Medya kuramının bir benzerini yaratmıştır. Medyanın parti amaçlarını eleştirmesi imkânsız olup bunun düşünülmesi dahi kesinlikle yasaktır.

    George Orwell, yazdığı bu kitap sayesinde hayatta en çok arzu ettiği şeyi yapmış, yani düz bir politik yazıyı sanata dönüştürerek hayallerini gerçekleştirmiştir.

      Sizleri hayal dünyanızla başbaşa bırakırken ben de yeni bir sayfada buluşmak üzere engin denizlere yelken açıyorum.

bottom of page