top of page

Biz Böyleyiz İşte

    İnsanımız genellikle vurdumduymazdır. Bu nedenle çoğu şeye önem vermedikleri gibi vermeyi de düşünmez. Belki abartılı bir misal olacak ama bir uçak yolculuğunda pencereden bakıp göz göze geldiği bulutları dahi önemsemez. Hâlbuki yerden bakıldığında ne erişilmez gelir o bulutlar ona. Masal âlemindeki bir pamuk tarlasından geçiyor gibi olmasına rağmen çoğunun ilgisini çekmez. Kanat takıp kuşlar gibi uçmak, o bembeyaz bulutların arasında yitip kaybolmak. O devasa uçakların bir anda nasıl kolay havalandığını, kısa sürede göklerde nasıl yükseldiğinin farkındalığına varmazlar çoğu kere. O koca metal kütle onca yolcusu ile birlikte kanatlı bir kuş gibi uçmaktadır oysaki. O sırada birçoğu önlerindeki küçük TV aygıtı ile vakit geçirir. Okumuşu okumamışı, tahsillisi tahsilsizi, zengini fakiri tek tek bilir TV dizisindeki kahramanların isimlerini. Bu nedenle ülkemizde Parga’lı bile Kanuni’den fazla tanınır. Her uçak yolculuğunun başlangıcında uçağın bayan hostesi, acil durumlar için bilgilendirir yolcuları. Bir sorsanız kaç yolcunun aklında yer etmiştir anlattıkları. Can yelekleri dahi kontrol edilmez yolcularca ama acil durumda kullanılacak olan bu can yeleklerini çalan yolcular bile oluyor ne yazık ki. İlk yardım önlemlerini öğrenmeyi çoğumuz önemsemeyiz. Bu nedenle özellikle trafik kazalarında istemeden çok insanımıza zarar veririz. Ne yazık ki biz böyleyiz işte.

    

     Çocukluğumuzda öğretilir bize çok şey. Örneğin “ bana dokunmayan yılan bin yaşasın ”diye dilimize pelesenk olmuş bir söz vardır. Hâlbuki sana dokunmayan o yılan belki de çok sevdiğin bir insana zarar verecek. Bunu söylediğinde o kadar fazla derin düşünme diyecekler sana. Çünkü bu ülkede çoğuna düşünmek bile zor gelecek. Bizim insanımızın öncelikleri çok farklıdır. Erkeklerimizin işi gücü spor ama sadece futbol. Futboldan fazla da var ya da avar konuşmayı severler. 90 dakikalık bir maç sonunda belki de bütün gece yorum dinlenir. Kadınlar onlardan eksik kalır mı? Kim ne pişirmiş, kim kaç puan vermiş, her işi bırakıp onu öğrenme derdinde. Bu ülkede bir zamanlar radyo tiyatrosu varmış hatta tiyatroya dahi gidilirmiş kimin umurunda. Oysaki çok eski devirlerde dahi tiyatro denilen bir sanat türü vardı bu topraklarda. Anadolu topraklarında nereyi kazarsan kaz karşına çıkar bir amfi tiyatro. O günlerde bu topraklarda yaşayan 20-30 bin kişilik topluluklar kendilerine 10-15 bin kişilik tiyatro sahneleri yapmış, şimdi kim bunun farkında. Bu düşünce yapısıyla istikbalimiz de ortada. Osmanlı döneminde Sofya Askeri Ataşesi olarak görev yapan Mustafa Kemal, Bulgar ulusal operasında Carmen’i seyrettikten sonra arkadaşına, “Balkan savaşında yenik düşmemizin sebebini şimdi daha iyi anlıyorum” demiş. Mustafa Kemal daha o günlerde sanata, edebiyata, felsefeye önem vermeyen toplumların çağdaşlaşamayacaklarının ayırdına varmış. Ülkemiz insanının okuma alışkanlığını irdelersek durumun vahameti apaçık ortada. Türkiye'de düzenli kitap okuyanların oranı neredeyse binde bir iken bu oran İngiltere ve Fransa’da yüzde 21, Japonya'da yüzde 14, ABD'de yüzde 12’ye yakın. Ülkemiz, kitap okuma oranında dünyada 86'ıncı sırada. Bizi geçen birçok Afrika ülkesi var. Yapılan araştırmaya göre, günde ortalama 6 saat televizyon izleyip 3 saat internette gezinen ülkemin insanı ne yazık ki, kitap okumaya yılda sadece 6 saatini ayırıyor. Allahtan inancımız okumayı, öğrenmeyi teşvik ediyor. Maazallah ya bir de yasaklasaydı. Maalesef kitap, Türkiye’deki ihtiyaç maddeleri listesinde ancak 235′nci sırada yer bulabiliyor. Kısacası televizyon izleme ve internet alışkanlığı neredeyse bir bağımlılık haline gelmiş. Bir ülkede Barış Mitinginde 97 kişi ölüyorsa sözün bittiği yerdeyiz. Ne yazık ki biz bu hale geldik.

    

     Ülke insanımızın sosyalleşme anlayışı da çok farklı düzeyde. Özellikle geçim sıkıntısı çekilen bölgelerde toplumun erkekleri kahvehanelerde, kadınları ise gün dedikleri komşu gezmelerinde. Çünkü insanlarımızın ilgi alanları çok kısıtlı, hobileri ise yok seviyesinde. Oysa eski günlerde erkeklerin bir kısmı müzik aleti çalardı hiç değilse. Kadınlar da ya örgü örer ya da el işi yaparlardı genellikle. Bakmak, görmek ve fark etmek, insanlar bu üçlünün aynı şey olduğunu zannediyorlar. Hâlbuki her bakan göremez, görebilmek için doğru yere bakmak gerekir. Her doğru yere bakan da ayrıntıları göremez. Fark edebilmek için o objeye çok dikkatli bakmak gerekir. Biz neydik? Ne olduk? Nereye gidiyoruz? Sorularını düşünmeden, kendilerinin yerine düşünen insanların fikir ve düşüncelerini kabul eden bir toplum olduk genellikle. O kitlelere ulaşmak artık gerçekten zor. Ülkede olup biteni umursamayan, anlamayan koca bir kitle. Bir taraftan işsizlik diğer taraftan hayat pahalılığı, üstüne üstlük aile içi şiddet toplumu giderek insanlıktan çıkarıyor. Onlara umut olacak bir kişi de maalesef artık çıkmıyor. Ne yazık ki sununda biz böyle olduk işte.

    

     Buna rağmen moralimizi bozmamak gerekir. Dönüp geçmişimizi de irdeleyelim. Genç yaşta öğrendiğimiz atasözlerimiz de maalesef tartışılır nitelikte. Birçoğunun zıt anlamı olduğunu anlıyoruz yeri geldiğinde. Bu nedenle işine geldiği gibi kullanmaya bak sende. İşine gelince “ iti an çomağını yanına koy “, işine gelince “ iyi insan lafının üzerine gelir “ de. Tasarruf etmeyi özendirmek için “ damlaya damlaya göl olur “ de, borçlanmayı teşvik için “ taşıma suyla değirmen dönmez “ de. İşine gelirse “ iyilik yap denize at “ de, yeri gelince “ merhametten maraz doğar “ de. Zengin isen “ fazla mal göz çıkarmaz “ dersin, fakirsen “ azıcık aşım ağrısız başım “ diyerek kendini teselli edersin. Senden borç isteyene “ ayağını yorganına göre uzat “ dersin, şayet finanscıysan “ borç yiğidin kamçısı “ diyerek kredi vermeyi artırırsın. Hadi buyur bakalım şimdi hangisine inanacağız. Giderek öfkeli bir millet olduk biz. “ Öfke baldan tatlıdır “ ya da “ öfke ile kalkan zararla oturur “ istediğin hangisiyse buyur sende ondan yak derler o zaman adama. Aslında tam manasıyla öfkeli ve mutsuz bir toplumuz biz. Bana göre bunun ana nedeni, bastırılmış kişilikler ve insanca yaşanacak ortamın giderek uzaklaşması.

    

    İşte biz böyle bir milletiz arkadaşlar sözüyle başlayan sohbetlerimiz, “ bu millet adam olmaz “ sözü ile biter çoğu kere.

      

  “Çalışmadan, yorulmadan ve üretmeden, rahat yaşamak isteyen toplumlar, evvela haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini daha sonra da istiklal ve istikballerini kaybetmeye mahkûmdurlar.”

 

Mustafa Kemal Atatürk

bottom of page