top of page
Batı Akdeniz Turu

    Saat 8.20’de İstanbul Atatürk Havaalanında başlayan uçak yolculuğumuz, yerel saatle 10.35’de Fransa’nın Nice şehrinde noktalandı. Pasaport ve bagaj işlemlerinin ardından, saat 11.30’da bu kez otobüs yolculuğu başladı. Olağanüstü güzel manzaralar eşliğinde, arkamızda elliye yakın tüneli bırakarak yaptığımız yolculuk üç saat sürdü, sonunda İtalya’nın Savona kentinde nihayete erdi. Cruise yolculuğunun başladığı Savona, denizcilik kültürünün gelişmiş olduğu, şirin ve güzel bir İtalya liman kentiydi. 

    Gemi turları, farklı bir tatil konsepti. Daha önce gemiyle seyahat etmemiş olanların bazı çekinceleri olabilir. Bu turlarda en önemlisi sorun fırtına. Bunun için yanınıza mide bulanmasını önleyen ilaç almalısınız. Bu turların birçok kolaylığı da bulunuyor. Konfor ve eğlence üst düzeyde oluyor. Sizlere öncelikle gemiyi tanıtmalıyım. Costa Favolosa, Costa Cruise şirketine ait bir gemi. Derecelendirmelerde orta sıralarda yer alıyor. 290 mt. boyunda, 35,5 mt. genişliğinde, 1.508 kabin, 3.800 yatak kapasiteli orta büyüklükte bir gemi. 5 restoranı ve 13 barı var. Gemide 2’si kapalı olmak üzere 4 yüzme havuzu ve 5 jakuzi bulunuyor. 1287 yolcu kapasiteli tiyatro salonu, disko, casino, internet kafe, 4D sinema, mağazalar, kütüphane, çocuk kulübü ve çocuk havuzu var. Ayrıca Spa'da, Türk hamamı, sauna, rahatlama ve dinlenme bölümleri, fitness center, masaj odaları, solaryum ve doktor ile hemşirelerden kurulu sağlık ekibi de mevcut. Bu gemiler denizde yüzen birer kasaba gibi. Kabinlerde ise; suit, mini suit, balkonlu, manzaralı ya da iç kabin gibi muhtelif seçenekler var. Kahvaltıdan gece büfesine kadar yemek sorunu yok. Yemeklerin alternatifleri de mevcut. Ekstra olarak sadece içeceklerin hesabını ödeniyor. Geminin limana varış, ayrılış saatlerini ve aktiviteler  hakkında ayrıntılı bilgileri akşam kamaranıza bırakılan gazeteden öğreniyorsunuz. Neyse ki artık Türkçe gazetede çıkarıyorlar. Karaya çıktığınızda gezi planını geminin limanda kalış süresine göre düzenlemeniz gerekiyor. Bu turlarda en önemli sorun gemiyi kaçırmak.

Marsilya 

 

     Marsilya, Fransa’nın en eski ve en büyük ikinci kenti. Limana girerken iki büyük kale karşılıyor misafirleri. Bazilikanın tepesinde bulunan altın varaklı Madonna ve Çocuk İsa heykeli, tüm Akdeniz'in sahibi gibi mağrur bir şekilde bakıyor  eski limana. Yeni liman, şehrin merkezine yakın sayılır. Kenti kısa sürede gezmenin iki yolu var ya rehberli turlara katılacaksınız ya da geminin otobüs hizmetinden (7 €) istifade edeceksiniz. Vieux-Port, eski liman olarak biliniyor. Limanın güney rıhtımı; barlar, kafeler, balık lokantaları ve butik dükkanlar gibi güzel ve birbirinden şık mekanları barındırıyor. Liman boyunca ilerlediğinizde Le Panier’e ulaşıyorsunuz. Burası güzel ve küçük evlerden oluşan sevimli bir mahalle. Evlerin altlarında şirin dükkân ve atölyeler var. Yolumuzun üstünde Katedral de la Major bulunuyor. Dış görünümüyle oldukça heybetli bir yapı ama içi o kadar etkileyici değil. En yüksek noktaya ise kentin simgesi Notre Dame de la Garde Bazilikası konuşlanmış. Burası limandan iki kilometre uzaklıkta bir tepe. Limandan kalkan gezi trenleri ile buraya çıkılıyor. En güzel tarafı nefes kesen manzarası. Vieux-Port, kentin en canlı yeri. Marsilya beklentilerimi karşılamadı dersem sakın kızmayın bana. Kentle tanıştığımda müspet olan intibam, giderek pis, gürültülü ve tehlikeli bir kent imajına dönüştü. Kuzey Afrika kökenli mültecilerin ağırlıklı olduğu yer. Kent ne Avrupa ne de Afrika kültürünü tam olarak yansıtabiliyor. Rehberli turla gidilen Aix-en Provence, kente 25 kilometre uzaklıkta güzel bir kasaba. Zengin Fransızların tercih ettikleri bir yer. Zamanında Zola, Hemingway, Cezzanne gibi ünlülerin de tercih ettikleri bir yer. Asılında güzel bir yer lakin kısıtlı olan süreden 2-3 saati bu yola ayırmak? Size kalmış tabi ki.

Malaga

 

     Akşam üstü 17’de Marsilya’dan denize açılan gemimiz, bir tam gün boyunca denizde seyrettikten sonra üçüncü günün sabahı saat 9’da Malaganın Cruise Limanına bağlanıyor. Malaga, Endülüs’ün giriş kapısı. İlk intiba güzel ve sevimli bir kent. Liman’ın kara kısmında Plaza De Marina isimli marina meydanı yer alıyor. Sahil boyunca bar ve kafeler tespih tanesi gibi sıralanmış. Liman, şehir merkezine araçla yedi sekiz dakika uzaklıkta. Geminin servis araçları ile 7 € karşılığında da gidiliyor. Ayrıca geminin düzenlediği ücretli bir çok tur alternatifleri de mevcut. İlk dikkati çeken, 11.yy’da yapılan, Emevi döneminden kalma kale ve surları ile Alcazaba bölgesi. Alcazaba’nın hemen yanında antik Roma Tiyatrosunu görüyorsunuz. Yolumuzun üzerinde boğa güreşlerinin yapıldığı bir arena da var. Gibralfaro Kalesi ise şehrin manzara terası. Plaza de la Merced kentin en önemli meydanı. Bu bölgede Picasso’nun doğduğu evi de ziyaret edebilirsiniz. Şehrin en önemli alışveriş caddesi ise Calle Marques de Larios. Şansınız varsa sokakta yapılan Flamenko gösterisine de rastlayabilirsiniz. Aslında Malaga tam bir öğrenci şehri, sokakta dolaşırken dünyanın her milletinden öğrenci görebilirsiniz. Sonuç olarak sahili, palmiye ağaçları ve sıcağıyla Antalya ilimizi çağrıştırıyor.

Cadiz
Cadiz Limanı
Balık Pazarından bir görünüm

     Akşam saat 19’da kalkan gemimiz, gece Akdeniz ile Atlas Okyanusunu birleştiren ve Avrupa ile Afrika kıtalarını ayıran Cebelitarık boğazından geçiyor. Bu boğaz üzerinde önemli gel-git olayları yaşanıyor. Farklı tuzluluk oranlarına sahip olan deniz suyunun boğazın bazı noktalarında birbirine karışmaması ise insana ürküntü veriyor. Ertesi sabah saat 8 gibi Cadiz Limanına yanaşıyoruz.  Bu kenti görür görmez denizin kokusundan mı, o bembeyaz evlerinden mi bilmem ama insanın kanı hemen kaynayıveriyor. Halbuki hava oldukça kapalı, yağmur ha yağdı ha yağacak. Anakaraya bağlanan bir ada diğer ada ile de ilintili. Manzara ise gerçekten seyredilmeye değer nitelikte. Fenikeliler’ in kurduğu kent, Avrupa’nın da kadim kentleri arasında. Bana göre gördüğüm en güzel ve bir o kadar da hüzünlü bir liman kenti. Kentin daracık sokaklarında yürümeye başladığınızda kendinizi kaybediyorsunuz adeta. Diğer İspanyol kentlerine nazaran oldukça yoksul olduğu da bir gerçek. Haddini bilen bir kent, belki de bu yüzden fazla güzel göründü bana. Liman ile kent iç içe. Burası için yapılan turlar, yolcularını çoğunlukla Sevilla’ya götürüyor. Oysaki Endülüs turunu yapanlar zaten görür Sevilla'ı. Bu kez Cadiz’i tanımak için yeterli zaman kalmıyor. Mercado Central, kentin pazarı. Bu kentin en çok pazar yerini sevdim. Hiçbir pazar yerinde bu kadar değişik deniz hayvanı ile kabuklu böceği bir arada görmemiştim. Bana görsel bir ziyafet gibi geldi. Pazar yerinin çevresinde birçok kafe, restoran, bar sıralanmış. Cadiz, yemek kültürü ve çeşitliliği bakımından ileri. Amaçsız ve programsız dolaşmak bu mini kentte çok keyifli. Burada gidilecek El Faro isimli rezervasyonla gidilebilen çok ünlü bir restoran da bulunuyor. Gemimiz limandan saat 18’de ayrılıyor.

Lizbon

Alfamo bölgesinde bir fado evi
Cabo da Roca

     Atlas okyanusundan Tejo Nehri halicine giren gemimiz, 25 Nisan köprüsünün altından geçip limana yanaştığında saat 9’zu gösteriyor. Geminin güvertesinden kentin görünümü gerçekten güzel. Lizbon yedi tepe üzerinde kurulmuş. Lizbon şehir merkezi, okyanus kenarında değil, okyanusa dökülen Tejo Nehri kıyısına konuşlanmış. Liman ise Alfama Bölgesinde, Lizbon’un en eski sokaklarının, evlerinin bulunduğu ve fadonun doğduğu bir semte bulunuyor. Bu semtin sokaklarında uyumsuzluğun güzel bir uyumu var. En şık restoranlar bu semtte, akşam yemeği için Alpendre’yi deneyebilirsiniz. Alfama semti, yokuşlu dar sokakları, seramik kaplı evleri ve pencereden dışarı asılmış çamaşırları ile Lizbon’un en eski mahallesi olduğunu hiçbir şekilde yadsımıyor. Bizim arabesk müziğin eş değeri, gemicilere yakılan bir nevi ağıt olan fado, bu bölgede doğmuş. Fado deyip geçmeyin onun da müzesi var. Bölgeyi dolaşmak için 28 numaralı tramvay en iyi seçim. Bu bölgede Ortaçağ’dan kalma birçok tarihi yapı var. Alfama yolunda ilgi çekici bir tasarım dükkânını da önerebilirim sizlere. “O Voo da Andorinha” el yapımı takılar, çantalar ve genç kızların sevdiği türden ıvır zıvırlar almak için harika bir durak. Limandan çıkıp sol tarafa doğru yürüğümüzde ise bir meydana ulaşılıyor. Burası Baxia Bölgesi. Şimdi müze olarak kullanılan eski Kraliyet sarayının bulunduğu meydanda kral Jose’nin at üzerinde bir heykeli ilk anda göze çarpıyor. Heykelin arkasında bulunan kemeri geçip, sadece yayaların kullandığı alışveriş caddesi olan Rua Agusto’ya girip ilerlediğinizde, sol tafta Santa Justa Asansörünü de görebilirsiniz. Asansörün görevi, manzara seyredilmesi ile Baixa semtinden Chiado’ya kolay geçiş sağlamak. Lizbon inişli çıkışlı bir şehir olduğu için bazı yerlerde bu tür asansörler veya füniküler sistemleri kullanılıyor. Bu yolda devam ettiğinizde şehrin üst kısmı ile ulaşımı kolaylaştıran Gloria kablolu tramvayına gidebilirsiniz. Bu füniküler ile kentin seyir terasına olan Jardim Sao Pedro de Alcatara’ya da çıkılıyor. Lizbon’un yokuşlu sokaklarında dolaşırken kahverengi oklarla gösterilmiş “Miradouro” levhası görürseniz mutlaka oku takip edin. Miradouro, “seyir terası” anlamına geliyor ve Lizbon’da çok rastlanıyor. Zemini pembe renkli bir sokak görürseniz orasının da barlar sokağı olduğunu unutmayın. Lizbon, tramvayları ile ünlü bir kent. Lizbon turunu sarı tramvaylar ile de yapabilirsiniz. 28 numaralı tramvayla tur atmak isterseniz başlangıç noktası olan Martim Moniz durağında bir süre ayakta sıra beklemeyi göze almalısınız. Turun 40 dakika sürdüğünü de hatırlatırım. Gemi bu gece kentte kalacağı için geç kalma endişesi de yok. Lizbon, geçmişin ve günümüzün modasına, Portekiz’e özgü, şık ve sanatsal bir mimarisi, birbirinden güzel yemekleri ile misafirlerini mutlu eden bir kent. Döndüğünüzde birilerine anlatmak adına Jeronimos Manastırı, Belem Kulesi veya Berardo Müzesine gittim demenin hiç bir alemi yok. Avrupa’nın en batı noktası olarak bilinen Cabo da Roca’ya gitmek için dar ve virajlı orman yollarından geçin, yol bitip de Cabo da Roca’ya ulaştığınız zaman kendinizi uçsuz bucaksız Atlantik Okyanusunun kıyısında mutlu hissedip gülümseyin. Gemi ertesi gün saat 14’de hareket edeceği için gönlünüze göre takılın, daracık sokaklarda kaybolup kentin insanlarını tanıyın. Avrupa’nın en ucuz kentinde yaşamanın bir gün olsun keyfini çıkarın.

Valensiya

    Saat 14’de dönüş yolculuğuna başlayan gemimiz iki gün boyunca açık denizde yol alıyor. Bu kez Cebelitarık’tan gündüz gözüyle geçiyoruz. Afrika ile Avrupa'yı aynı anda görebiliyoruz. Valensiya Limanına yanaştığımızda sabah saat 8. Burası İspanya’nın en büyük limanı. Liman ile kent merkezi arası 5 km. Araçla 10 dakikada gidiliyor. Geminin otobüsleri 12€'ya şehir merkezine gidip geliyor. Kısa süre içinde ancak Barrio del Carmen bölgesi yani Tarihi Şehir geziliyor. Sanatın duvarlara işlendiği bu bölgede, daracık sokaklar arasında sayısız bar ve restoran konuşlanmış. Farklı kesimlere ve zevklere hitap eden mekanları bulmak mümkün. Unutmayın ki Valensiya paella'nın doğduğu bir kent. Görülmesi gereken yerler birbirine yakın olduğu için, kenti yürüyerek geziyorsunuz. Bölgenin en önemli tarihi yapısı Valensiya Katedrali ile Quart ve Serranos kuleleri. Katedralin yanında bulunan ana meydanda ise Turia Çeşmesi bulunuyor. Biraz ilerlediğinizde, faal bir Arena görüyorsunuz. Arena, biraz sokak arasında kalmış olsa da sempatik. Kentin göbeğinde ise mimarisiyle hemen göze çarpan tarihi Plaza del Mercado bulunuyor. Burası kapalı, büyük ve güzel bir pazar yeri. Yerel mutfağı keşfetmek için iyi bir seçim. Valencia’nın orta yerinde Turia Bahçeleri yapılmış. Modern mimarinin en güzel örneklerinden biri olarak kabul edilen City of Arts and Sciences (Bilim ve Sanat Şehri) de bunun yakınında. Dere yatağı kurutularak bu güzel bahçe yapılmış. Kenti dolaştığımızda üzerimizde bıraktığı intiba temiz, düzenli ve sessiz olması. Tarihle birlikte modern avangart yapıların da iç içe geçmesine rağmen insanı yormayan sakin ve huzurlu bir kent. 

Barcelona

 

     19’da hareket eden gemimiz sabah saat 8’de Barcelona ya demir atıyor. Kentin simgesi olan Gaudi, bıraktığı yapıtlar ile Barcelona'ya damgasını vurmuş. Gemimiz saat 13’de hareket edeceği için, bu koca kenti gezmeye ancak 4-4,5 saatlik bir zaman kalıyor. Barselona’yı daha önce gördüğüm için bu kısa süreyi efektif kullanmak için tura katılmayıp otobüs ile terminale gidiyorum. Barcelona Terminali merkeze yakın. Terminali arkanıza alıp kente doğru yürürseniz karşınıza çıkan ilk meydanda ünlü kâşif Christopher Columbus'un heykelini görüyorsunuz. Yürümeye devam edin, kentin en önemli caddesi olan La Ramblaya ulaşırsınız. Barcelona’nın kalbi bu cadde de atıyor. Barselona'ya ait önemli birçok yapıyla da bu cadde üzerinde tanışacaksınız. Bu cadde üzerinde bulunan ünlü Mercat de La Boqueria yiyecek pazarını mutlaka görmelisiniz. Caddede heykel gibi duran sprey boyalarla süslenmiş insanları gördüğünüzde sakın korkmayınız. Kente gelen tüm turistlerin ilk uğrak yerlerinden biri olan yukarıda resmini gördüğünüz Sagrada Familia Kilisesi de caddeye yakın bir konumda. Yapımına 1882’de başlanan kilisede, mimar Antoni Gaudi de görev almış. Ne yazık ki, bu kilisenin ön cephesini ve sadece sekiz kulesini inşa edebilmiş. Gotik mimarinin önemli bir örneği olan kilisenin inşaatı günümüzde de devam ediyor. Gaudi'nin bir başka önemli eseri Park Guelli ise farklı bir mekan, biraz uzakta bulunduğu için onu ziyaret etmeye vakit yetmiyor. Aslında bu kentte görülmesi gereken o kadar çok yer var ki.

 

     Barcelona'dan saat 13’de hareket eden gemimiz, ertesi sabah saat 9’da Savona limanına yanaşıyor. Şimdi dönüş heyecanı başlıyor. Gemide nakit para sadece kumarhanede geçiyor. Onun dışında tüm harcamaları geminin kartına yüklenen kredi ile yapıyorsunuz. Hesap ekstresi, bagaj etiketleri ve pasaport işlemleri biraz yorucu ve stresli oluyor. Milano Havaalanına transferimiz için iki buçuk saatlik bir otobüs yolculuğu gerekiyor. Havaalanında bagaj ve bilet işlemlerini rehber eşliğinde tamamladıktan sonra güvenlik kontrollerinden de geçerek, THY yollarının tarifeli seferi ile saat 14.45’de uçağımıza biniyoruz. Yerel saatle 19.35 de İstanbul Atatürk Havaalanında uçaktan indiğimizde bir seyahatimiz daha sona eriyor.

bottom of page