
ANADOLU

Kıtaların kesişme noktası, üç tarafı denizlerle çevrili, içinde kendine özel denizi bulunan emsalsiz bir yarımadadır Anadolu. Uzunu ve kısası ile birçok akarsuyu, irili ufaklı birçok gölü ve göleti içinde yaşatır Anadolu. Çevresi sıra dağlarla kaplı bu topraklar, birbirinden güzel ovaları, vadileri, kanyonları, yaylaları, şelaleleri ve mağaraları içinde barındırır. Ağrı’sı, Kaçkar’ları, Erciyes’i, Süphan’ı, Ilgaz’ı, Toros’ları ve de Munzur’u ile bütünleşmiştir Anadolu. Çukurova’sı, Seyhan-Ceyhan deltası, Kaz Dağları ile Çamaltı tuzlası, Dalyanı ve Karadeniz'in yeşil ormanları ile birlikte anılır Anadolu. Kapadokya’sı, Ayder yaylası, Ihlara ile Kelebekler vadisi, verimli Konya ovası ile çorak toprakları, o bembeyaz gelin gibi görünümlü Pamukkale’si ile benim yurdumdur Anadolu. Hititlerden Asurlulara, Lidyalılardan Frigyalılara, Urartu’lardan Etililer’e, Etrüskler ’den Perslere, Yunanlılardan, Bizanslılara kadar, Türkler gelene kadar yetmiş iki milletten gelen insanların yaşayıp kaynaştığı, birbirinden farklı onlarca medeniyete ev sahipliği yapmış topraklardır Anadolu. İşte bu nedenle inançların da kavşağı olmuştur Anadolu. Büyük İskender’i, Alparslan’ı, Fatihi, Mevlana’sı, Hacı Bektaş’ı, Yunus’u, Karacaoğlan’ı, Köroğlu’nu ve adı sanı unutulmuş her dinden ve her milletten insanı kabullenip bağrına basan topraklardır Anadolu. Egenin yeşilinin, Ankara’nın boz renginin, Bursa'nın beyazını, Karadeniz’in o hırçın renkli mavisinin, İstanbul'un karmaşasının, Akdeniz’in turkuaz renkli sularının kaynağıdır Anadolu. Şanlı Urfa’nın Göbekli tepesini, İzmir’in Efes’ini, Kars’ın Ani’sini, Ağrının İshak Paşa Sarayını, Çanakkale’nin Assos’unu ve Truva’sını, Çorum’un Hattuşaş’ını ve Alacahöyük’ünü, Antalya’nın Olympos’unu, Bafa Gölünün Herakleia’sını, Eskişehir’in Midas’ını, Kayseri’nin Kültepe Kaniş/Karum’unu, Adıyaman’ın Nemrut’unu, Didim’in Milet’ini, Datça’nın Knidos’unu, Konya’nın Çatalhöyük’ünü, Mardin’in Manastırlarını, Trabzon’un Sümela’sını, İznik’i, Sinop’u, Kütahya’sı, Burdur’u, Isparta'sı, Bergama’sı, Hatay’ı, Foça'sı, Bodrum’u ile adeta açık hava medeniyetler müzesi gibi eşi emsali olmayan eşsiz topraklardır Anadolu.
Anadolu’nun Türklere yurt oluşuyla birlikte bambaşka bir kültür yerleşip yeşermeğe başladı bu topraklarda. Tanrı Dağlarından Maveraünnehir’e, o topraklardan da Malazgirt’e kadar gelen Türkler Anadolu’nun içlerine yayılarak yeni geldikleri bu toprakları yurt tuttu. Alpaslan’ı Diyojen’e üstün kılan en önemli özellik ise onun inancıydı. Ahmet Yesevi’nin öğretisinden gelip bu topraklara göçen insanlar Anadolu Müslümanlığını ortaya koydu. Toprağa atılan ilk tohum, Mevlana’sı ile Hacı Bektaş-ı Veli’siyle, Şeyh Edebali’siyle, Hacı Bayram-ı Veli’siyle, Ahi Evran’ıyla, Demir Hocası, Gül Babası, Yörük Dedesi, Terzi Baba'sı ve daha niceleriyle sulandı ve kök salıp yeşertildi. Bu erenlerin yanı sıra Yunus Emre’nin Kendini Bilmek, Pir Sultan Abdal’ın Dostun Bir Gülü Yaralar Beni, Karacaoğlan’ın Elif, Dadaloğlu’nun Can Verirken, Kul Nesimi’nin Kime Ne, Aşık Veysel’in Uzun İnce Bir Yoldayım türü şiirler ve sazların eşliğinde asırlarca beslenen toplum yeni bir insanlık yarattı. İşlenen bu süreç dervişlik ve erenler tarihinin oluşumunu sağlamlaştırdı. İslam dininde ölüm sonrası kutsallaştırma olmamasına rağmen Anadolu topraklarında bu sert kurala dahi karşı çıkıldı. Türbeler ve yatırlara özel önem verildi. İnsanlar bazı durumlarda gerçekleşmesini istedikleri dilekler için bu mezarlıkları ziyaret edip adaklar adadı. Buralarda kurbanlar kesildi, çeşitli ritüeller gerçekleştirildi. O tarihlerdeki Ortaçağ Avrupa’sında çocuklar, günahkâr ve şeytanımsı birer varlık olarak görüldüğü halde, Anadolu’da çocuklar, büyük insanların yaşadıkları kadar özgür yaşadı, sevildi ve sağlıklı olarak topluma kazandırıldı. Anadolu topraklarında dolaşan batılı bir gözlemci hatıra defterine “çocuklarını bundan daha fazla sevgi, itina ve şefkat içinde yaşatan bir memleket bilmiyorum.” Sözleriyle gördüklerini değerlendirdi. Bin yıldır bu topraklarda İslamiyet tasavvufu bu şekilde yerleşip günümüze ulaştı. Bu nedenle Anadolu topraklarını sadece vatan toprağının bir parçası olarak görmek büyük bir eksikliktir bana göre. Anadolu toprakları aslında yeni bir insan ve yeni bir kültür modelinin doğuşudur anlayanlar için. Edebi, felsefi ve siyasi anlamıyla dilimizde “Anadolu insanı” diye bir tabir kullanırız ara sıra. Bu cesaretin, doğruluğun, tevazünün, sevginin, anlayışın, hoşgörü ve dayanışmanın kısa bir tanımıdır. İşte biz bu tanıma kısaca Anadolu insanı ismini vermişiz yıllar boyunca. Türkleri diğer Müslüman topluluklardan ayıran temel özellik de işte budur aslında. İslam dinini estetik ve zarif bir anlayışla kavrayıp yaşanılan günlük hayata geçirilmesi de işte bu sayede gerçekleşmiştir. Anadolu insanının bütün davranışlarının temelinde bu anlayış yattığını da unutmamalıyız. Bu dünya düşünüş ve görüşü, zaman ve mekan uygunluğuna entegre olduktan sonra uygulanış aşamasına ulaşmış ve işte bu şekilde Türk İslam medeniyeti ortaya çıkmıştır.
Anadolu her yönüyle candır, canandır. Anadolu, haktır, hukuktur, adalettir. Aslında o ,insanlara verilen bir abu hayattır. Asırlar boyunca göçlerle, savaşlarla, yoksullukla yoğrulmuş bir topraktır. Anadolu sadece boz bir toprak parçası değil, üstünde ve altında yaşayan özel bir halktır. Anadolu, bir "Uygarlık Beşiği" dir. O topraklar üzerinde yaşayan halkların asırlarca çektikleri onca eziyet onca cefa, işte onları Anadolu insanı yapan olgunun temeli olmuştur. Tarih boyunca gerçekleşen göçlerle, savaşlarla, yoksullukla yoğrulmuş bir halkın nasıl bu kadar vefalı, hoşgörülü ve misafirperver olabildiğini, Anadolu'yu mekân tutan insanları yakından tanıdıkça anlayabilir insan. Anadolu insanı, tarih sürecinde ezilmiş, “köylü sınıfı” denilerek hor görülmüş, yoksulluğa terk edilmiş, çocuğuna, karısına, anasına, babasına ekmek götürememiş boynu bükük insandır. Mustafa Kemal, bu insanlara güvenerek Kurtuluş Savaşına girmiş ve savaştan başı dik çıkabilmiştir. Anadolu insanının irfanı, basireti ve feraseti, sırası geldiğinde her türlü kirli oyunu da bozabilmiştir. İlk kez Mustafa Kemal, "köylü bu milletin efendisidir" sözleriyle onlara hak ettikleri değeri verip onları yüceltmesini bilmiştir. Elbette farklı insanlar da çıkacaktır bu topraklarda. Önemli olan bu çürük elmaları da zamanında ayıklamasını bilmektir. Anadolu insanı, saftır, temizdir, içi dışı birdir. Anadolu insanı, mütevazidir, derindir, yalnızdır, hüzünlüdür, yiğittir, naziktir, cömerttir. Anadolu insanı doğasının saflığı kadar temiz, toprağının verimliliği kadar vericidir. Onun saflığı uzaylıya taş atan insan olmasına kadar uzayıp gider. Sahip olduğu tek somun ekmeğini paylaşacak kadar toktur, misafirlerini baş üstünde ağırlar. Aza kanaat etmesini bilir, olunca verir olmayınca şükreder. Onlar küçük şeylerle mutlu olmasını bilen insanlardır. İç güzelliği vardır her birinin. Anadolu bizim baba ocağımızdır. Anadolu, insanlığın ve iyiliğin de anayurdudur aynı zamanda. Anadolu, unutulmuşluğun ve ihmalin çok ama çok uzun bir hikâyesidir aslında. Yaşı ne olursa olsun yüzünde kırışıklıkları vardır genç yaşta. Onların toprak kokan elleri nasırlıdır ama buna karşılık gönülleri oldukça geniştir. Anadolu insanı mahcuptur. Kendisinin onaylamadığı söz ve davranışlarının açığa çıkmasından ve başkaları tarafından görülmesi ve duyulmasından çekinir, korkar. Bu nedenle "âlem duymasın" ya da "âlem ne der" benzeri deyimleri çok sık kullanır.
Bazen sarp bir dağ köyüne, bazen eski unutulmuş bir yerleşim yerine veya ulaşımı güç bir köye gittiğinizde, onları tanımak için oturup bir çaylarını için biraz sohbet etmeye çalışın. Ama özellikle onları konuşturmaya uğraşın. Onlar genellikle suskun dururlar çünkü “çok söz yalansız, çok para haramsız olmaz” sözünün doğruluğuna inanırlar. Anadolu insanı, ancak yakından bakıldığında kıymeti anlaşılan bir mücevher gibidir. Sahtesiyle gerçeğini ayırt etmek biraz zaman alır. Onları anlayabilmek için gereken zamanı verin. Devlet ne kadar hata yaparsa yapsın onlar yapılan her şeyi sinelerine çekmeyi bilen insanlardır. Devlet büyüklerine karşı her zaman saygı duyarlar hatta onlara karşı sevgi duymasalar bile. Çünkü onların misafir ağırlama anlayışlarına uyan da bu. Anadolu insanını hor görmemek gerek. Onlar çok şeyi bilir ama bildiklerini size kolay kolay belli etmezler. Onların dertlerini birebir dinleyip yaralarına derman olmaya çalışanlar zor da olsa sonunda kazanırlar onların yüreklerini. Anadolu çocukları hakkında yukarıda verdiğimiz misal bugün “Anadolu Pedagojisi” olarak tıp literatürüne geçmiştir, bu nedenle bunu unutmamak gerek. Prof. Dr. Aziz Sancar'ları, Türkan Saylan'ları, Feryal Özel'leri yetiştiren toprak aynı topraktır. Yeter ki tohumları işlemesini bilelim. Anadolu'nun makus talihini yenelim. O topraklarda yetişen değerlerin kıymetini bilelim. Bu yüzden özellikle siyasetçilerimizin bu olguya karşı duyarsız kalmalarını engelleyelim.