top of page

Klasik Fransız Edebiyatçıları:

     

     Fransız edebiyatı ile tanışmam bilinçsizce oldu. Okumayı ilk öğrenen tüm çocuklar gibi masal kitapları okumaya başladım. Bu sayede La Fontaine’i tanıdım. Ünlü yazarın,  12 kitapta toplanan 238 masal yazdığını yıllar sonra anladım. Yazdığı masallarda, kötüyü göstererek iyinin ne demek olduğunu anlatmaya çalışıyordu. Masalları genellikle çocukların genel kültürünü arttırmaya yönelik olup, hayvan sevgisi aşılardı. Farenin dişleriyle ağını kemirdiğini, kurbağaların gölün kıyısındaki bataklık ve sazlık alanlarda yaşadığını, geyiğin otlarla, uzun gagalı balıkçıl kuşunun sudaki canlılarla beslendiği onun masalları ile öğrendim. Yeni yetme çağıma geldiğim de Jules Verne okumaya başladım. Deniz Altında Yirmibin Fersah, Aya Yolculuk, Seksen Günde Devr-i Âlem, İki Yıl Okul Tatili, okuduklarım arasında aklımda kalanlar oldu. Bilimkurgu edebiyatının öncülerinden olan bu ünlü yazar aynı zamanda denizlerin altından ve uzaya yolculuktan bahseden ilk yazardı. Gençlik çağıma girdiğimde okuduğum kitaplar da değişti. O günlerde Aleksandre Dumas’ın yazmış olduğu Üç Silahşörler romanının kahramanları Athos, Porthos, Aramis rüyalarımı süslerdi. Bu üç hayali adam, cesaretleri, soğukkanlılıkları ve bitmek bilmeyen başarıları ile o dönemler için idolüm oldu. Yazarın Monte Kristo Kontu isimli romanını okurken bu kez mağduru oynayan Edmond Dantes’in hayranıydım.

      Zaman sürecinde dünyanın değiştiği gibi ben de değişip gelişiyordum. Üniversiteye başladığım yıllarda komediye merak sarmıştım. Bu sayede dünya edebiyatının önemli komedya yazarlarından Moliere ile tanıştım. Cimri, onun yazdığı 5 perdelik bir tiyatro oyunuydu. Paris’te yaşayan zenginlerin para hırsını, kara mizah şeklinde hicvediyordu. Oyunlarında ve kitaplarında insanları sadece gülüp eğlendirmekle yetinmiyor, insanların zaaflarını gözler önüne seriyordu. Kahramanlarına derinlik vererek komedyanın merkezine insan unsurunu yerleştirmişti. Gülünç olmaktan başka özelliği olmayan tipler yerine, toplumun her kesiminden insanı, yaşayan, hayatta olduğu gibi canlı bir halde yazıp sahneye taşıyordu. Yaşanan günlük olaylara farkındalık yaratmayı bu şekilde başarmıştı. Komedinin arkasından sıra düşünce adamlarına gelmişti. Candide’yi okuyarak Voltaire, Toplum Sözleşmesini okuyarak J.J.Rouesseau ile tanıştım. Bu ünlü filozof yazarlardan eşitlik, özgürlük ve devrim konularındaki ilköğretimi mi aldım. Bu günler içinde dünya edebiyatında deneme türünün öncüsü olan Montaigne’ye ulaştım. Denemeler adını verdiği kitabını okurken bilmediğim çok şeyle karşılaştım. Bilgi ve Düşünceden Yaşamak ve Çalışmaya, Mutluluktan Yaşayan Ölülere onun düşünceleriyle ulaştım. Kitap senelerce başucu kitabım olarak kaldı. Günler gelip geçerken romantikleşme sürecim başladı. İşte o günler içinde Honore De Balzac çıktı karşıma. Ünlü yazarın Eugenie Grandet, Goriot Baba, Vadideki Zambak isimli romanlarını bir solukta okudum.  İlk kitabında paranın her şey demek olmadığını, hayatta paradan daha önemli şeylerin bulunduğunu anladım. İnsanların âşık olduğu insan uğruna her türlü çılgınlığı yapabileceğini öğrendim. Goriot Baba’da ise 19.yüzyıl Fransız gençliğinin sosyeteye girerken yaşadıkları sıkıntıları, varlıklı bir Parislinin parasını ve itibarını kaybederken yaşadıklarını hissedip hüzünlendim. Yazarın, bu eserinde zamanı ve mekânı aşan evrensel bir roman yazdığının bilincine ulaştım. Vadideki Zambak’ta ise roman kahramanının ölesiye aşkı ile tanıştım. Yazar, insanların değer yargılarının bukalemun gibi değiştiğini gözler önüne seriyordu yapıtlarında. Aşktan meşkten uzaklaştığımda Victor Hugo'ya rastladım. Romantizmin en güçlü beyni ve Fransız edebiyatının en çok ürün veren yazarının Sefiller adlı romanını okudum. Ekmek çaldığı için beş yıl kürek cezasına çarptırılan Jean Valjean’ın hüzünlü macerasına tanık oldum.  Bu kitap sayesinde; erkeğin yoksulluk yüzünden aşağılandığını, kadının açlık yüzünden düşkünleştiğini, çocuğun cehalet yüzünden yeteneklerini geliştiremediğini anladım. Bu temel sorunlar giderilmedikçe mutluluk olamayacağına kani oldum. O günden sonra toplumdan dışlanan insanların tarafında yer almaya çalıştım. Victor Hugo, Paris’le özdeşleşmiş bir yazardı. Notre Dame Katedrali’ni bakımsızlığından dolayı yıkılmak istenmesi üzerine, halkın ilgisini katedrale çekmek ve yenilenmesini sağlamak amacıyla Notre Dame’ın Kamburu isimli kitabını yazmış olması Hugo’nun Paris sevgisini anlatmak için herhalde yeterlidir. Geldik realizmin büyük romancısı Stendhal’a. Çağdaşları tarafından değeri anlaşılamamış olsa da öldükten 40 yıl sonra hakkı teslim edilmiştir. Romantizmin en güçlü olduğu dönemde açık ve sağlam bir üslupla yazdığı eserlerinde psikolojik çözümlemelere geniş yer vererek gerçekçi anlayışı edebiyatın içine yerleştirmiştir. Romantizme tepki olarak yazdığı söylenir. Romanları gözlem ve belgeye dayanır. Toplum gerçeklerini konu etmesine karşın, “sanat için sanat” anlayışı hâkimdir. Kırmızı ve Siyah, Parma Manastırı onun en ünlü eserleridir. Aynı ekolün bir diğer temsilcisi de Gustave Flaubert’tir. Romanlarında gözlemlerinden yola çıkarak gerçekçi tipler yaratmıştır. Bir kadının ihtiraslı hikâyesini anlattığı Madam Bovary eserinde, yarattığı roman kahramanı Emma karakteri en az kendi kadar ünlü olmuştur. Guy de Maupassant’ın edebiyat dünyasına girmesine vesile olan kişi Flaubert oldu. Maupassant, zamanla kaleme aldığı öykülerle dünyada önde gelen kısa öykü yazarları arasına girdi. Eserlerinde Realizmin ve Natüralizmin etkileri hissedilir. Cinnet isimli kitabı yazarın Türkçe yayınlanan ilk kitabıdır. Kitaba adını veren öyküde, tuhaf bir varlığın kendisini rahatsız ettiğine ve içinde yaşadığına inanan bir adamın günlüğü olarak yazılmış. Etkileyici bir anlatım tarzı ile yazılan psikolojik bu öyküyü ve kitapta yer alan diğer öyküleri kendine özgün bir anlatım tarzı ile kaleme almış.

     Klasik Fransız yazarlarının çevresinde dolaşırken, Natüralizmin ve deneysel roman anlayışının öncüsü Emile Zola ile tanışmamak olmazdı. Bu ünlü yazarın Germinal isimli romanını okurken Fransız maden işçilerinin zorlu yaşam koşulları ile tanıştım. Sermaye sahiplerinin giderek ağırlaştırdığı çalışma şartlarının insanları özgürlük ve ekmek için karşı konulamaz bir mücadeleye sürüklediğine üzülerek şahit oldum. Toplumdaki aksaklıkların düzenlenmesi için önce emeğin düzenlenmesinin şart olduğunu anladım.  Nana isimli romanında ise tiyatro oyuncusuyken fahişe olmaya karar veren bir kadını anlatıyor. Kitap bir fahişenin hayatını değil, bir kadının neden ve nasıl fahişe olmaya karar verdiğini anlatıyor.  Emile Zola kendi kitabıyla ilgili, “Henüz kızışmamış ve peşindekilerle sürekli alay eden dişi bir köpeğin ardından koşan köpekler sürüsü” yorumunu yapmıştır. Meyhane isimli romanında ise Paris varoşlarında yaşayan ikinci sınıf insanların ve işçilerin sorunlarını acımasız bir gerçeklikte kaleme almıştır. Zola, gerçekçiliğin sıradanlaştığı ve etkisini yitirdiği bir dönemde, kendi yöntemleriyle diğerleri arasındaki ayrımı belirtmek için Natüralizm vurgusunu özellikle kullanmıştır. Onun amacı romanı bilimselleştirmektir.

     Varoluşçuluk ta farklı bir felsefi akımdır. Bu akım insan özgürlüğüne inanır ve insanların davranışlarından sorumlu olduğu temeline dayanır. Bu akımın en ünlü Fransız edebiyatçısı ise Jean Paul Sarte’dir. Öğretmenlik yaptığı yıllarda yazdığı Bulantı onun ilk romanıdır. Kitabında savunduğu bireyci ve toplum karşıtı düşünceleriyle özgün bir eserdir. Sarte, çok yönlü bir fikir adamıdır. Yirminci yüzyılın en etkili düşünürlerinden biri olarak sadece Fransa'da değil tüm dünya ülkelerindeki aydınların da sözcüsü olmuştur. Özellikle çağının sorunlarının daima içinde olmuş, deneme ve felsefe alanında çok sayıda eser kazandırmıştır. Aynı akımın bir diğer ünlü temsilcisi ise Albert Camus’tur. Özgürlüğün zorunluluk değil mutlu olmanın yollarından biri olduğunu savunsa da, yaşadığı tüm zorluklara rağmen hiçbir kısıtlamaya boyun eğmeyen bir yaradılışı vardır. Birleşmiş Milletler, Diktatör Franco yönetimindeki İspanya’yı üye olarak kabul ettiğinde sesini duyurmak için ilk ayağa kalkanların arasındadır. Nazilere karşı kâğıt kalemle savaş açanların yanındadır. Sovyet diktatörlüğüne dur demekten hiç çekinmemiş, iç savaş sırasında idam cezasına çarptırılan Cezayirlileri kurtarabilmek için çalışmıştır. Çünkü o gönüllü bir özgürlük savunucusudur. O, hayatın bir anlam aramaya çalışmayacak kadar kısa olduğunu, bu nedenle insanların hayatlarını yaşamaları gerektiğini savunmuştur. Ünlü yazarın en önemli eserleriyse Veba, Yabancı isimli romanları olmuştur. Veba isimli romanında, doğal afetler karşısında insanların yaşam ve özgürlüklerinin etkilenişini, bu durum karşısında insanların gösterdikleri tepkileri dile getirmiştir. Yazarın en çok dile çevrilen romanı olan Yabancı da ise hayata, olaylara, duygulara, çevreye, beklentilere ve insanın kendisine olan yabancılaşması bağlamında ölüm, umursamazlık, yalnızlık ve önyargı gibi soyut ve somut konular birlikte sorgulanmıştır.

     Fransız klasik edebiyatı bir deryadır. Bu deryanın içinde nice büyük ve küçük edebi dehalar daha vardır. Buna karşılık bizim sayfalarımız sınırlı olduğu gibi sabrımız da azdır. Bu yüzden konuya burada nokta koyup başka bir edebiyat konusunda buluşmak üzere hoşçakalın.     

bottom of page