top of page
  • Facebook Social Icon
  • Twitter Social Icon
  • Google+ Social Icon
  • YouTube Social  Icon
  • Pinterest Social Icon
  • Instagram Social Icon
DENİZ  FENERİ

    Her şey Virginia Woolf’un Deniz Feneri isimli romanını okuduktan sonra başladı. Önce ülkemizdeki deniz fenerlerini merak edip kısa bir araştırma yaptım, daha sonra da ilk yapılan fenerlere ulaşmaya çalıştım. Hepsini yazmaya kalksam buna sayfaların yetmeyeceğini anladım. Sonunda bir ucundan da olsa konuya değinmekte karar kıldım. Uğraşımın sonunda deniz fenerlerinin insanları hüzünlendirdiğini, onların daha çok hırçın ve açık denizlere yakıştığını anladım.      

 

  Deniz fenerleri, tehlikeli görülen sığ yerlere veya denizin altında bulunan kayalıklara gemicilerin yaklaşmasını önlemek, liman giriş-çıkışlarını güvenli kılmak amacıyla yapılırmış. İşlevi bir şekilde trafik ışıkları gibi. Gemicilere yol göstermek için yapılan bu özel yapılar, kıyıların özellikle göze çarpan kısımlarına inşa edilirmiş. Karanın denize en müsait olduğu yere yapılan deniz fenerlerinin en çabuk görünen üst kısmına da çok uzaklardan görünen güçlü ışık kaynakları konurmuş. Gemicilere yol gösteren bu fenerler denizcilerin en yakın dostu sayıldığı hepimizce malum. Çocukluğumda en çok bu fenerlerde yaşayan bekçilere acırdım için için. Para için yaşanan bir kalebentlik sanki. Oysa yaşlandığımda bu mesleğe özeneceğimi nereden bilebilirdim ki?

  Dünyanın ilk deniz fenerinin ülkemizde yapıldığını kaç kişi bilir aranızda? İnternetteki Vikipendi, özgür ansiklopediye göre, en eski deniz feneri, MÖ 7. yüzyılda o günkü ismi ile Sigeon'da, yani bugünkü adıyla, Kumkale'de (Çanakkale) yapılmış. Ama bu fenerden ne Kumkale’de yaşayan insanların, ne de Çanakkale Belediyesinin haberi bulunmaması da manidarmış. Ben de o zaman ülkemizde varlığı kanıtlanmış eski bir deniz fenerini anlatarak işe başlarım. Bu gün dünyanın ayakta kalmayı başarmış en eski deniz fenerini, parasızlık yüzünden koruma altına alamadığımızı da sizlere üzülerek hatırlatırım. Söz konusu fener, Roma İmparatoru Neron tarafından M.S. 60’lı yıllarda yaptırıldığı sanılan Patara Deniz Feneri. Fenerin tamamı 2005 yılında ortaya çıkarıldığı halde, tuzlanma ve doğa şartları nedeniyle her geçen gün yok olmaya yaklaşmakta. Feneri bulan Patara Kazı Başkanı Prof. Dr. Havva Işık Işkan, fenerin yok oluşunu gözyaşları içinde şu sözlerle anlatıyor. “Çalmadık kapı bırakmadım. Belki yıllar sonra para bulunacak ama onarılacak deniz feneri bulunamayacak.” Uyduruk futbol takımları için onlarca sponsor firma bulunurken Patara deniz fenerini kurtaracak birisinin çıkmaması, ülkemizin içinde bulunduğu aymazlığın tipik bir örneği. Dünyanın en eski deniz feneri olarak Mısır’daki İskenderiye feneri bilinir. Ancak günümüze gelindiğinde fenerden geriye kalan tek bir taş dahi yok. Dünyanın antik çağdaki yedi harikasından biri olan İskenderiye Feneri, M.Ö. 280 yılında Knidos'lu Sostrates tarafından yapılmış. İskenderiye limanının karşısındaki Pharos adası üzerine inşa edilen bu fenerin kaidesiyle birlikte yüksekliği 135 metre, yüksekliği bu güne kadar aşılamamış. (Cidde deniz feneri 133 metre.) Beyaz mermerden yapılan fenerin tepesinde tunçtan yapılmış büyük bir ayna, fenerin en üst bölümünde ise Tanrı Poseidon’un heykeli varmış. Asırlarca denizcilere yol gösteren fener, önce 10.yüzyılda bir depremde zarar görmüş, 14. yüzyılda meydana gelen ikinci bir deprem ile de yerle bir olmuş. Fener’in en önemli özelliği, fenerin ışığını yansıtan ayna sayesinde 50 kilometre (35 deniz mili) uzaklıktan görülebilmesi. 1856 yılından sonra Osmanlı İmparatorluğu da sahillerine fener koymaya başlamış. O tarihte Osmanlı Devleti ile Fransızlar arasında yapılan bir imtiyaz sözleşmesi varmış. Fener hizmetleri "Fenerler İdare-i Umumiyesi Müdürlüğü" namı altında idare edilirken sonraları Fransızlar tarafından işletilir olmuş. Yani bir nevi özelleştirilmiş. Cumhuriyetin ilanından sonra Fenerler İdaresi hükûmet tarafından satın alınıp devletleştirilmiş. Yabancı ülkelerin deniz fenerlerini bu kadar önemsemelerinden de anlaşılacağı üzere deniz fenerlerinin ülkeler için stratejik önemleri var. Ülkemiz kıyılarında bu genel müdürlüğe bağlı, değişik tip ve özellikleri olan 459 deniz feneri bulunmakta.

 

    Deniz fenerleri çeşitli şekillerde kategorize edilir. Örneğin boyu en uzun olan, denizden en yüksek yere konuşlanan veya Akdeniz ile Ege gibi denizleri ayıran deniz fenerleri gibi. Ülkemizde bulunan bu üç tür deniz fenerinden sizlere birer tanesini tanıtmaya çalışacağım.

 

   Halk arasında Rumeli Feneri, resmi ismi ise Türkeli Feneri olarak bilinir. İstanbul’un Rumeli yakasında, boğazın Karadeniz girişinde konuşlanmıştır. Rumeli Deniz Feneri, Kırım savaşı sırasında İngiliz ve Fransız gemilerinin boğaza rahat girebilmeleri amacı ile karşısında bulunan Anadolu Feneri ile birlikte yapılmış. 1856 yılında Fransızlar tarafından yapılan fener, verilen imtiyaz nedeniyle onlar tarafından da çalıştırılmış. Fenerin yüz senelik işletme imtiyazı 1933 yılında iptal edilmiş, bu tarihten sonra Türkiye Cumhuriyetinin yönetimine geçmiş. Fener, deniz seviyesinden 58 metre yükseklikte olup üç kademeli olarak örme taştan yapılmış. Fenerin kendi yüksekliği ise 30 metre. Şu an için ülkemizin en yüksek feneri olduğu söyleniyor. Rumeli Fenerinin altında Hacı Bektaş-ı Veli’nin müritlerinden olan Sarı Saltuk’un türbesi bulunur. Sarı Saltuk, Anadolu ve Rumeli'nin fethi sırasında savaşlara katılan, efsane­vî bir Türk kahramanı. 12 ayrı yerde mezarı olduğu rivayet edilir. Fener ilk yapıldığında ışık kaynağı olarak fitilli gaz lambası kullanılmış, daha sonraları LPG ile çalışan lambalara geçilmiş. Şimdi ise elektrik lambası kullanılıyor. Fenerin hâlihazırdaki görülme mesafesi 18 deniz mili olduğu biliniyor.

 

     Şimdi sıra geldi Knidos deveboynu fenerine. Ülkemizde manzarası çok güzel olan fenerlerden birisi. Kap Kiro olarak da bilinen deveboynu yarımadasının güneyinde, Ege ve Akdeniz’in tam birleştiği yere yapılmış. Datça yarımadasının uç noktası olan bu bölgede Knidos antik kenti bulunuyor. Deveboynu feneri, Datça merkezine 35 kilometre uzaklıkta. 1931 yılında tamamlanan fenerin denizden yüksekliği 109 metre. Fenerin yüksekliği ise 9 metre olup kâgir bir yapı. İlk yıllarda gaz yağı ile çalışan fener, daha sonra LPG kullanılmış. Şimdi ise hem elektrik hem de güneş enerjisi ile çalışıyor. Fenerin görünüş mesafesi 12 deniz mili. İçinde 16 tonluk bir su sarnıcı bulunur. Deveboynu feneri, 2011 yılında restore edilmiş olup, denizcileri hayata bağlayan ışık olmaya devam etmektedir.

 

    Gelidonya, “Kaledonya” kelimesinden gelmektedir. Kaledonya, Likya dilinde “kırlangıç” demekmiş. Gelidonya Feneri, Türkiye’nin en güzel yürüyüş rotalarından biri olan Likya yürüyüş yolu üzerinde konuşlanmış. Adrasan ve Kumluca arasındaki Karaöz kasabası sınırları içinde bulunan Taşlık burnunda diğer adıyla Yardımcı burundadır. Antalya Körfezi’nin en tehlikeli yeri olarak nitelenen bu mevkii de, Antik dönemde sayısız gemi kayalara sürüklenerek batmış. Bundan dolayı bu burun adeta bir sualtı mezarlığına dönüşmüş. 1960 yılında yapılan ilk bilimsel sualtı araştırması bu bölgede yapılmış ve İ.Ö.15. Yüzyıl’a ait gemi kalıntıları çıkarılmış. Bu batığa ait antik amforalar bu gün Bodrum ve Antalya Sualtı Müze’lerinde sergileniyor. Akdeniz’in kılavuz fenerlerinden biri olan Gelidonya Deniz Feneri, 1936 yılında hizmete açılmış. Denizden yüksekliği 227 metre olup, ülkemizdeki en yüksek yere konuşlanan fenerdir. Denizden 3 kilometre içerde bulunur. Bu nedenle denize yakın yerde bir başka küçük fener daha mevcuttur. Sivri kayalıkların üzerinde bulunan fenerin çevresi çam ağaçları ile kaplıdır. Akdeniz güneşiyle ısınan Gelidonya Feneri, ülkemizin en etkileyici ve en güzel manzaralı deniz fenerleri arasında tartışmasız en güzelidir. Fenerin tam karşısında irili ufaklı adalar görülür. Bu adalara da beş adalar ismi verilmiştir. İçlerinde en büyükleri Devecitaşı Adasıdır. Bunu Meşe Adası izler. Diğer adalar ise küçüktür. İçlerinden bir tanesi oldukça açıkta olduğu için gemiler için oldukça tehlike yaratır. Bu adalar ile kara parçası arasındaki güçlü akıntı çıplak gözle dahi fark edilir. Bunun nedeni ise Antalya ve Finike körfezlerinin akıntıları bu bölgede çarpışıp anafor yapması. Bu heybetli fenerin önüne iptidai bir çardak yapılmış. Bu çardak, 2004 yılında güneş tutulmasını izlemeye gelen Amerikalılar tarafından fenerin bekçisine yaptırılmış. Bizim ulusal kültür miraslarımıza verdiğimiz önem ve değer de bu şekilde anlaşılır. Fener ilk yapıldığında gaz yağı ile çalışırken sonraki yıllarda tüp gaz sistemine geçilmiş. 2000 yılında ise güneş enerji sistemine dönülmüş. Otomatik fener kullanılmaya başlandığı için fenerci kullanımı da sona ermiş. Benim fener bekçisi olma hayalimde böylece bitmiş.

   

    Uzanmış koca burun açık denize doğru,

    Lacivert ve gri gecenin değerinde.

    Karanlıkla başlar bir dünya sevgisi,

    Deniz feneri parlar,

    Talihe aldırmadan kayalar üzerinde.

 

    Fazıl Hüsnü Dağlarca 

bottom of page