top of page
  • Facebook Social Icon
  • Twitter Social Icon
  • Google+ Social Icon
  • YouTube Social  Icon
  • Pinterest Social Icon
  • Instagram Social Icon
TURNA  KUŞU

    Turna kuşu fiziksel olarak leyleğe benzeyen göçmen bir kuştur. Oldukça uzun bacakları ve boynu mevcuttur. Turnaların gagaları küçüktür, buna karşı leyleklerin gagaları ise oldukça büyüktür. Estetik olarak güzel görünen turna kuşlarının ortalama ömürleri 25 ila 30 yıldır. Çiftleşme zamanında birbirlerini etkilemek için ilginç dans hareketleri yaparlar. İki adet yumurta çıkaran turnalar, kuluçkaya erkek ve dişi sırayla yatar. Tek eşlidirler, eşini kaybedenin intihar ettiği görülmüştür. Tek ayak üzerinde uyurlar, tünemezler. Diğer ayaklarındaki pençelerinde bir taş taşıdıkları ve tehlike anında onu yere atarak sürüyü tehlikeden kurtardıklarına inanılır. Sürü halinde uçan turna kuşları, göç ederken genellikle V şeklinde ve yüksekte uçarlar. Göç yolları ve mesafesi oldukça uzundur. Su kenarlarında yaşamayı severler. Ayak parmakları perdeli olan turna, yaşadığı bölgeye göre tüylerinin renkleri farklıdır, genellikle kahverengi, gri ve beyazın tonları arasında olur. Ülkemizde Karadeniz, orta ve doğu Anadolu’da sulak çayır ve bataklıklarda yaşarlar. Turnalar göçmen kuşlardandır, sonbaharda kuzey Afrika’ya göçerler.

 

    Alevi-Bektaşi kültüründe turna kuşu çok önemlidir. Hz. Ali’yi temsil ettiğine inanılır. Pir-i Türkistan Ahmet Yesevi’nin turna, onun müridi olan Hacı Bektaş-ı Veli’nin ise güvercin bedenine girdiğine inanılır. Bu nedenle alevi inancına sahip olanlar, turna kuşunu sever ve onu kültürlerinin parçası olarak kabul ederler. Türkülerinde ve semahlarında turna teması sık sık işlenir. Anadolu Alevilerinin turna sevgisi İslamiyet öncesi inanışlardan kaynaklandığı tahmin edilmektedir. Eski Türk geleneklerinde ruh genel olarak kuş ile simgelenmiştir. Daha sonraki birçok inanca ruhun kuş ile özdeşleştirilmesi bu dönemdeki yaygın inanç kaynaklık etmiştir. Bazılarına göre ise turna kuşu Tanrısal ruhu simgeler. “Sana ruhumdan üfledim” sözleri onlara göre bunu ifade etmektedir. Bektaşi inancında devran vardır, yani ruh gücü vardır. Ondan gelir, ona döner ve bu tekrar eder. Çünkü bu bir dönüşümdür. Aynı şekilde turnalar da döner, döner. Bu nedenle turna bir tür kutsanmış kuş niteliğindedir. Bununla ilgili anlamların pekiştirilip, işlendiği bir de semahı mevcuttur. Buna da turnalar semahı denir. Turnalar semahının diğer semahlar arasında özel bir yeri bulunur. Bu semah turna kuşunun figürlerine dayanır. Kuşun kanat vuruşu, uçuşu ve havada yaptığı hareketler yansıtılır. Hareketler yavaş ve ritmiktir. Semazenler ezginin vuruşuna uygun olarak kollarını yanlara açıp yavaş yürürler. Bu yürüyüş kuşun uçuşunu anımsatır. Semahın sonlarına doğru hareketler ve dönüş hızlanır. Döndükçe gökyüzüne ulaşan canlar, Hakla buluşur. Bu sırada semazenler ve törene katılanlar “Allah, Allah, Allah” diye ses verirler. Bu semah ta sevgi, kavuşma ve tevhit işlenmektedir. Yeri gelmişken çoğu insanın karıştırdığı bir konuya açıklama getirmek isterim. Mevleviler sema ayini yaparken, Bektaşiler semah ayini yapar. Bu ikisinin arasında bazı farklar mevcuttur. Mevlevi semaları Klasik Türk müziği formatındayken, Bektaşi semahı Türk Halk Müziği formatındadır. Sema da ney ağırlıklı olmak üzere kanun, tambur, rebap, davul, def ve bendir de kullanılır. Semahta ise bağlama, yani saz ağırlıklı olup vurmalı müzik kullanılmaz. Sema yapanlar siyah hırka, yakasız beyaz tennure, başta sikke, ayakta mest giyer. Semah yapanlarda ise kıyafet şartı bulunmadığı için genellikle yöresel giysilerle ve çıplak ayakla yapılır. Sema sadece erkekler tarafından, semah ise hem erkek hem de kadınlar tarafından yapılır. İkisinde de sağ elin avuç içi havaya bakarken, sol elin avuç içi toprağa bakar. Haktan alınan toprağa verilir.

 

    Mevlana ile Hacı Bektaş-ı Veli’yi birlikte ananlar genellikle şu menkıbeyi de dile getirir. “Adamın biri, kötü yoldan kazandığı parayla bir inek satın alır. Yaptığı kötülükten pişmanlık duyunca ineği Hacı Bektaş-ı Veli’ye götürüp bağışlamak istemiş. Veli, helal olmadığını öğrendiğinde ineği geri çevirmiş. Adam bunun üzerine ineği Mevlana’nın dergâhına götürmüş. Mevlana ineği kabul etmiş. Adam Mevlana’ya daha önce ineği Hacı Bektaş-ı Veli’ye götürdüğünü ve onun ineği kabul etmediğini, bunun sebebini sormuş. Mevlana, “Biz karga isek Hacı Bektaş-ı Veli şahin gibidir, her leşe konmaz” demiş. Adam bu kez tekrar Hacı Bektaş-ı Veli’nin dergâhına gitmiş, Mevlana’nın ineği kabul ettiğini söyleyip, nedenini sormuş. Hacı Bektaş-ı Veli, “Bizim gönlümüz bir su birikintisi ise Mevlana’nın gönlü okyanus gibidir. Bu yüzden, bir damlayla bizim gönlümüz kirlenebilir. Ama onun engin gönlü kirlenmez. Onun için senin hediyeni kabul etmiştir.” Demiş. Aynı zaman dilimi içinde yaşayan bu iki büyük insan, bu tür davranışları ile müritlerinin gönlünü kazanmışlardır.  

 

    Dönelim kuşumuza. Turnalar, ısınarak yükselen hava akımlarından yararlanarak dönerek uçarlar. Yükselişleri hep güneşe doğrudur. Üreme döneminde turnaların karşılıklı yaptıkları dans bir semah gösterisi olarak nitelenir. Bu gün, 8-9 bin yıl önce Çatalhöyük’te yaşayan insanların, kollarına turna kanadı takarak semah yaptıkları bilinmektedir. Bu düşüncenin anlamı ise “Atam Gök, Anam Yer” diye semah yapan Bektaşi’nin nefesidir. Anadolu’muz da turna kuşu için yaygın bir inanış vardır. Saflığın, bereketin, mutluluğun, refahın müjdeleyicisi olarak kabul edildiği gibi temizliğin, vefanın, sadakatin, sabrın, özgürlüğün ve onurun simgesi olarak da görülür. Turna kuşlarına ilişilmez ve yuvaları ellenmez, eti ve yumurtası yenmez. Anadolu da turna avına çıkan kişilerin başlarından belanın eksik olmadığı, felaketlerin peşlerini bırakmayacağına inanılır. Her kimin tarlasına veya evinin bahçesine turna yuva yaparsa o evde bereketin eksik olmayacağına inanılır. Bu inanç Osmanlı ordusundaki Yeniçerilerde de vardır. Yeniçeri ocağının simgesi olmuştur. Bir zamanlar Yeniçerilerin börklerinin önünde, alınlarının üzerinde bulunan özel yere turna tüyü taktıkları bilinir.

 

    Çin kültüründe de turnaların önemli bir yeri bulunur. Efsaneye göre yaralı bir turnayı tedavi ederek iyileştiren genç ve fakir bir Çinli genç adam vardır. Bir gün evine alımlı ve güzel bir bayan gelir. Bu genç adam ile kadın yaşamlarını mutluluk ve bolluk içerisinde sürdürürler. Kadın adamın maddi durumunu güçlendirmesi için ona elişlerinden çok orijinal objeler hazırlar. Genç adam kısa sürede zengin olur. Kadın ise çok çalıştığı için, gün geçtikçe zayıflamaya ve güç kaybetmeye başlar. Kadını gizlilik içerisinde uzaktan seyreden genç adam onun bir turna olduğunu ve elişi yaparken kullandığı muhteşem tüyleri kendi kanatlarından kopardığını öğrenir. Kadın, genç adamın kendisini seyrettiğini fark edince tekrar turna olur ve gökyüzüne uçar kaybolur. Bu efsaneye inanan Çinliler turna kuşunu, vefanın ve iyiliğin sembolü olarak görürler.

 

    Aynı şekilde turna kuşunun Japonlar için de özel bir anlamı vardır. Hiroşima’ya atom bombası atıldığında küçük bir kız çocuğu vardır. Bu çocuk ergenlik çağına geldiğinde kanser hastalığına yakalanır. Hastaneye yatırılan çocuğun aşırı radyasyon aldığı tespit edilir. Doktorlara göre kızın hastalıktan kurtuluş ümidi yoktur. Buna karşılık küçük kız hayat doludur. Diğer hastaların arasında en sevdiği kişi ise çok yaşlı ve kendisi gibi kanser olan bir kadındır. Küçük kız, son günlerini yaşayan bu kadının can yoldaşı olur, tüm vaktini onunla geçirir. Kadın ölmeden hemen önce genç kıza, bir kişi kâğıttan 1000 tane turna kuşu yaparsa, her istediği kabul olur diye söylerken son nefesini verir. Küçük kız çok üzülür ama yaşama ümidiyle kâğıttan turna kuşları yapmaya da başlar. Önceleri çok hızlı yaparken giderek sağlığı da bozulur ve yapamaz hale gelir. Bu öykü yerel ve uluslararası basında yer alır. Dünyanın her tarafından binlerce insan kâğıttan turna kuşu yapıp kıza göndermeye başlarlar. Küçük kız gönderilen bu turnalar eline geçmeden ölür. Hemşireler odasına postadan gelen yüzlerce turna kuşunu getirdiklerinde küçük kız yüzünde tebessüm ile yatağında cansız yatmaktadır. Sonunda sayıları milyonu bulan turna kuşları Japonya’da bir müzede sergilenir. Bu acıklı hikâye Japonya’da 1943-1955 yılları arasında yaşayan Sadako Sasaki’nin gerçek hayat hikâyesidir. Turna kuşu, o günden sonra Japonya’da barışın ve nükleer silahsızlanmanın simgesi olmuştur.

 

    Hazreti Şah'ın avazı,

    Turna derler bir kuştadır.

    Asası Nil deryasında,

    Hırkası bir derviştedir.

 

    Pir Sultan Abdal

bottom of page