top of page

TATİLİN SON GÜNÜNDE

     İnsanoğlu öyle değişik bir mahluk ki ne zaman ne yapacağı belli olmuyor. Yaptığı bazen güzel bazen de kötü sonuç verebiliyor. Olay bir yaz tatili dönüşünde başladı. Tatilin son gününü Kaz Dağlarında otel işleten dostlarımızı ziyaret etmeye ayırdık. Yeşilyurt Köyünde bulunan Kısık Konağının sahipleri olan Sevgi ve Yalçın Ünal çiftine durumu ilettiğimizde bizi beklediklerini söylediler. Sıcak bir yaz günü öğle sonrasında Kaz Dağlarına ulaştık. Konakta bizim için T3 numaralı odayı ayırmışlardı. İki haftalık bir yaz tatilinden sonra bu süit oda bana kral dairesi gibi görünüverdi. Bir anda tatile yeni başlamış moduna giriverdim. Yalçın beyin akademisyen olduğunu biliyordum. Odayı gözlemlerken onun Yüksek mimar ve şehir planlamacısı olduğunu da anımsadım. Bu güzel insanlar süiti, çok az eşya kullanarak maksimum verimi sağlayacak şekilde düzenlemişlerdi. Aydınlatmasından duvar resimlerine, şöminesinden kilimlerine, özellikle de kütüphanesine abartmadan, sade ama ilgi çekici objeler koyarak zevklerini yansıtmışlardı. Odanın görsel güzelliğinin yanı sıra işlevselliği de eklendiğinde beğenim doruk noktasına ulaştı. Kitaplıktaki kitapları karıştırırken Boyut kitaplarının Çağdaş Dünya Mimarları serisi ile tanıştım. Yatak odamdaki o şirin yazı masasına çöküp kitapları karıştırmaya başladım. Mimarlık ile uzaktan yakından ilgim olmadığı halde bu küçük kitapların birkaçını okumayı başardım. Serde yazma tutkusu olduğu için kitaplardan aldığım zevki başkaları ile de paylaşmak istedim. Çağdaş Dünya Mimarlığı denildiğinde çok geniş bir alana hitap edildiğini az çok biliyordum. Bu nedenle maksadım bu konuda ukalalık etmek değil sizlere birkaç ismi çok kısa tanıtmak.

 

     Kisho Kurokawa’yı tanıtan kitap Sevgi Lökçe’nin tanıtım yazısı ile başlıyor. 1934 doğumlu Kurokawa, Kyoto ve Tokyo Üniversitelerinde eğitim gören bir mimar. Onu önemli kılan niteliği ise kuram ile uygulama birlikteliğini pratiğe taşıyabilmesi. Çağdaş dünya mimarisi ile geleneksel Japon felsefe ve kültürünü eserlerinde yansıtabilmesi. Bu nedenle o, eski ve yeniyi uyum içinde kullanan bir isim olarak tanınmış. Projelerine ekolojik kavramları ilk yansıtan isimlerden de biri aslında. Güzelliği işlevsel hale getirebilen nadir insanlardan. Eskiyi günümüz ihtiyaçları içinde değerlendirerek, teknolojinin nimetlerinden de istifade edebilmiş bir sanatkâr. Japonya’da toprağın en kıymetli meta olduğunun bilincine varmış bir kişi. Bu düşüncesini yapıtlarına da uygulayarak kanıtlamış. Göl üzerinde tasarladığı yüzen kent konut projesinde harikalar yaratmış. Görsellikle yapılabilirliği Nirvana’ya taşımış.

    Carlo Scarpa, 1906 yılında Venedik’te doğmuş. 1926 yılında mimari çizim diplomasını İtalya’da almış. Aykut Köksal’ın tanıtım yazısı ile başlayan kitap Scarpa’nın mesleki duyarlılığı ile tanıştırıyor okurları. Endüstri toplumunun mimarlara yüklediği zorunluluklara karşı nasıl direnç gösterdiğini anlatıyor. Bu nedenle eserlerini endüstriyel yapılar yerine özel mekanlara yönlendiren farklı bir isim. Scarpa, olanaksızın peşine takılan mimar olarak tanıtılıyor. Çünkü o, hiçbir zaman bir ekibin parçası olmayı kabul etmemiş yalnız bir insan. Bütünün tamamını sahiplenmeyi seçenlerden. Yapıtlarında en ince detayları dahi kendi düşünce süzgecinden geçirmiş. Mimarlıktaki duruşu saf ve kesin. Her zaman muhalif ve aykırı tavır ve davranışları ile tanınıyor.

    Santigo Calatrava ise genç bir İspanyol mühendis-tasarımcısı. İnşaat mühendisleri ile mimarların yaşadıkları kaosu o kendi içinde çözümlemiş bir sanatçı. Mimarlıkta olmazsa olmazı geometriye aşırı düşkünlüğü. Sabırlı ve yaratıcı bir insan. Malzemeyi doğaya uygun kullanması ise onun tamamlayıcı bir özelliği. Birçok mimarın önemsemediği betonu en iyi kullanan sanatçı olarak tanınıyor. Betonu hamur ya da çamur gibi kullanıp ona istediği şekli verebiliyor. Ayrıca başka malzemeler ile onu gizleyip saklamak yerine, onu yaratıcı bir şekilde kullanarak baş role sokabiliyor. Estetiği fonksiyonellikle harmanlama becerisi gösteren ender sanatçılar arasında yer alıyor.

     Çağdaş Dünya Mimarları serisinde Alvaro Siza’dan Daniel Libeskind’e, Mario Botta’dan Raj Rewal’e kadar daha birçok mimarın kitapları var. Ama ben bu mimarların arasına iki de Türk sanatçı koymayı düşündüm. Bu sanatçılar bir kenti yaşatan, kültürü ile bütünleştiren mekanlar yaratan insanlar olsun istedim. Bu arada modernleşme deneyimlerini kentlerimize, sosyal ve mekânsal ortamımıza deneyim ve kimlik katan insanlar olmalarına da özen gösterdim.

 

    Behruz Çinici, 1932 İstanbul doğumlu. İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi mezunu.  Katıldığı yarışmalarda yedisi birincilik olmak üzere muhtelif ödüller kazandı. Fen Lisesi Kompleksinden büyük ölçekli konut projelerine, Tatil köylerinden Sanayi Çarşılarına, yurt dışında otel ve saraylar gibi birçok büyük ölçekli projeye imza attı. Bana göre en önemli eseri ODTÜ Kampüsü yarışmasını kazandıktan sonra 18 yıl boyunca bu mekâna verdiği hizmet. Daha 1970 li yıllarda Çorum’daki 3000 konutluk “Binevler” projesi ile bekarlar ve çocuksuz aileler için özel tasarlanmış birimleriyle bu dönemin önemli bir projesine imza atıyor. Modernleşen ve değişen bir ülkede piyasa taleplerine uyum gösterip cevap verebilen, mimari tasarımı daima kentsel bir bütünlük içinde ele alan, kent ve çevre sorunlarına duyarlı, inşaat ve uygulama denetimini mimari tasarımın ayrılmaz bir parçası ve devamı olarak hedefleyen bir mimar olarak anılıyor. Ayrıca bu konuda yasal ve yönetsel çerçevelerin oluşturulmasına da büyük katkı sağlayan bir bürokrat olduğu da unutulmamalı.

 

     Nerden nereye atladın demeyin bana sakın. Akyaka dediğimiz yeri çoğumuz biliriz hani. Eski yıllarda Sagar geçidini inerken hepimizin yüreği ağzınıza gelirdi ya. Yokuşun sonuna doğru yaklaşıldığında sağa saptığınızda Akyaka çıkardı karşınıza. Doğal güzelliklerinin yanında, binlerce yıllık medeniyetlerin izlerini taşıyan tarihi dokusu ve de özellikle değişik mimarisi ile gönüllere taht kuran Akyaka. Günün her saati esen tatlı meltemi ile ferahlatır yürekleri. Aslında bu güzel beldeyi bizlere hediye eden kişi Ula’lı ressam ve sanatçı olan Nail Çakırhan’dır. Ki bu kişi mimarlık eğitimi almadığı halde dünyanın saygın mimarlık ödüllerinden olan Ağa Han Uluslararası Mimarlık Ödülünü de alan ilk insandır. Eski Ula evlerini örnek alarak Akyaka’da bu mimari özellikteki ilk evi kendine yaparak bu ödülün sahibi olmuştur. Bu evin özelliği geleneksel mimarimizin özelliklerini günümüz koşullarıyla buluşturan, çevreyle doğayla bütünleştirerek harikulade estetiği ile hayranlık uyandırmasıdır.  Ödülden kazandığı parayla da Muğla'daki eski bir hanı Kültür Evi haline getiren günümüzde pek kalmayan nadir insanlardandır. Şiir ve mimari onun yeteneklerinin farklı alanlardaki görüntüleri sayılır aslında. Gençlik yıllarında şiir yazarken ileri yaşlara geldiğinde ise mimar olmuş biri. Onun vazgeçilmezleri ise Arkeolog Prof. Dr. Halet Çambel olan eşi ile resimleri. Kısaca o, çok yönlü bir mücadele adamı. E ne de olsa büyük usta Nazım Hikmet’in arkadaşı olmak kolay mı? Sade, alçakgönüllü, gerçek bir insan Nail Çakırhan. Akyaka’yı farklı bir konuma getiren bu usta sanatçıya benim de naçizane bir hediyem sayılır bu yazı.

bottom of page