top of page

ÜÇ  BÜYÜK  USTA

      Stefan Zweig’in önemli bir kitabının adıdır “Üç Büyük Usta”. Ona göre; Balzac, Dickens ve Dostoyevski, 19. Yüzyılın en büyük romancılarıdır. Bu Fransız, İngiliz ve Rus romancıları onun MİT’leridir. Yazdığı kitabın önsözünde, Balzac’ın toplumun dünyasını, Dickens’in aile dünyasını, Dostoyevski’nin ise bireyin dünyasını anlattığını söylüyor. Bu yazarları göklere çıkarırken kendi ırkından bir Alman yazarı bunların arasına koyamamanın ezikliğini ve üzüntüsünü de yaşıyor.

    

    Balzac, gerçekten farklı bir yazardır. Onun idolü Napolyon olmuştur. Yazmış olduğu romanlarda da Fransa’yı dünya ile özdeşleştirip, Paris’i merkez konuma getirir. Roman kahramanlarını Fransa’nın taşra kentlerinden seçer. Onları Paris’e yerleştirir be birbirleriyle yarıştırır adeta. Aslında kendisi de yaşamı boyunca Napolyon ile yarışmıştır. Napolyon’un bir resminin altına, “Onun kılıçla sona erdiremediğini, ben kalemle tamamlayacağım” sözlerini boşuna yazmamıştır. Dikkat edildiğinde kahramanlarını kendisi gibi olanlardan seçmiştir. Onun kahramanları dünyayı fethetmek için yola çıkmışlardır. Amaçlarını gerçekleştirmek için taşra kentlerinden Paris’e yerleşmeleri boşuna değildir. Çünkü o tutkulu bir yazardır. Onun tutkusunu tüm romanlarında görür ve okurken sizde yaşarsınız. Bu nedenle roman kahramanları da tutkuludur. Bu aşırı tutku, tüm kahramanlarının ortak yanıdır. O, Fransız toplumunun ihtiraslı dünyasını romanlaştırmıştır. O bir plan ve program adamı değildir, hiçbir eserinde yol haritası yoktur. İçinden geldiği gibi doğaçlama yazmayı yeğlemiştir. Bu nedenle önemli gördüğü şeyleri ayrıntılı anlatırken önemsizlere de aynı zamanı ayırmıştır. Balzac, maddiyatı romana bu denli sokan ilk yazardır. Onun romanlarında maddiyat o kadar ön plandadır ki manevi duyguların da içine karışmıştır. Romanlarında, müsrif kahramanlar, acımasız tefeciler, borsa kahramanları ve mağdurlarına sıklıkla rastlanır. Hava insanların yaşaması için nasıl vazgeçilmezse, para da onun için romanlarının vazgeçilmezi olmuştur. Bu yüzden onun Paris’e gelen acemi kahramanları, güzel bir elbisenin, bir uşağın ya da bir arabanın neye mal olduğunu çok çabuk öğrenirler. Paranın ve para kokusunun Paris’te her kapıyı açtığını bilirler. Balzac, çok tutkulu bir yazar olduğu için her şeyi yazmak istemiştir. Arkasından gelecek yazarlara yazacak bir şey bırakmak istememesi onun tutkusunun nedenidir.

    

     Charles Dickens’ın en büyük özelliği ise yaşayan halk ile kurduğu gönül bağıdır. Bunu onun kadar iyi yapabilen başka bir yazar yoktur dünyada. Coperfield ve Oliver Twist gibi yarattığı kahramanların ünü, İngiltere’yi ve kıta Avrupa’sını aştığı gibi Amerika ve Avusturalya’ya kadar ulaşmıştır. Bu ünlü yazar hayata gözlerini kapadığında İngiliz edebiyat dünyası adeta deprem yaşamıştır. Çünkü o İngiliz edebiyatının en saygın ve seçkin hikayecisiydi. Dickens, İngiliz küçük burjuvazisinin dünyasını ve İngiliz kültürünü sevimli bir şekilde anlatmıştır yapıtlarında. Onun kahramanları ise Balzac’ın kahramanlarının aksine çok mütevazıdırlar. Kendi hasletlerini kahramanları ile paylaşmıştır. Dickens’in insanları kolay mutlu olan insanlardır. Hayal dünyaları ise çok kısıtlıdır. Onlar kendi küçük dünyalarında mutlu yaşamaya alışkın olup düzenlerinin bozulmasını istemezler. Onların sarayları ve lüksleri yoktur. Kolay ve basit yaşayan insanlardır. Roman konuları da genellikle banliyölerde veya kır evlerinde geçer. Beklenmeyen olaylar sık görülmez bu romanlarda. Kahramanlarının psikolojik incelenmesi yoktur lakin okuru canlı tutmak için yerine göre heyecan veren dalgalanmalara rastlanır. Değişik ve enteresan mesleklerden fazlasıyla insan bulunur bu romanlarda. Bu insanların karakter özelliklerini, çok kısa sözcüklerle adeta karikatürize ederek betimler okura. O görülmeyenlerin değil görünenlerin ayrıntılarına girmeyi seven bir yazardı. Onun kahramanları hiç özgür bırakılmamıştır. Kötüler hak ettikleri cezayı roman içinde bulmuştur. Dickens’ın en belirgin özelliği ise çocuk öznesine vermiş olduğu değerdir. O çocuğu, saflığın ve temizliğin timsali olarak kabul etmiştir. Bu nedenle insanları çocukluk dönemini cennetle özdeşleştirmiştir.

   

     Sıradan bir yazar değildir Dostoyevski. O, ölüm ve delilik arasındaki gel git ile beslenen bir insandır. Belki de o kahredici sara hatalığı nedeniyle o emsalsiz yazım gücüne ulaşmıştır. Dudaklarında her an ölümün tadını duyarak yaşamıştır. Hayatı sürekli inişli çıkışlı olmuştur. 27 yaşındaki Dostoyevski ve arkadaşları gözleri kapatılarak kazıklara bağlandı. Ölüm tamburu vurulurken, infazı gerçekleştirecek askerler tüfeklerini doldururken yani hayatla ölüm arasında kıl kadar ince bir çizgi kalmışken son anda af edildi.  Arkasından yazdığı kitap ile ünlendiği sırada, Ortodoks kilisesiyle devlet otoritesine karşı hakaret dolu mektup yazdığı için 4 yıl kürek cezasına ve 6 yıl da er rütbesiyle seferî orduda hizmete mahkûm edildi. Bu iniş çıkışlı hayatı hastalıklı bünyesini rahat ettirecek bir yaşam sürmesini de engelledi. Her zaman maddi sıkıntı içinde yaşadı. Zirveye her çıkışında hızla zirveden kaydı. Sonunda ülkesini terk etti. Gitmiş olduğu Batı Dünyasında kendisini her zaman yalnız hissetti. Günleri para aramakla geçti. Yeni başladığı romanları satarak kazandığı paraları ise yeşil çuhalara ve şans makinalarına kaptırdı. Sonunda kumar bağımlısı oldu. Hastalık ise onu yalnız bırakmayan en vefalı dostu oldu. Onunla yaşadı, onunla yazmaya alıştı. O bu hastalıktan beslenmeyi beceren bir insandı. Tekrar döndüğü vatanında Puşkin’in yüzüncü doğum yılı kutlamalarında yaptığı konuşma ile tekrar şaha kalktı. O, cennet ve cehennemi birlikte yaşamayı öğrendi. Sanatçı ruhu hastalığından beslenerek tekrar zirveye ulaştı. Zorba, bencil ve suçlu tipleri romanlarına kahraman yaptı. Onun roman kahramanları aslında dönemin Rus insanlarıdır. Bir kısmı Çarlık döneminin Ortodoks Kilisesine bağlı insanlarken bir kısmı Ateist Komünistler yani anarşist ruhlu insanlardır. Cinsel konularda da kötülüğün temsilcisi oldu. Onun ruhunda sanatçılık kadar suça yatkınlıkta vardı. Bu nedenle eserlerinde şeytani bir yan vardır. İçindeki şeytan romanlarında kendini gösterir. Dickens’in romanlarında yer alan insanlar mutlu ve huzurlu bir aile yaşamı hayal ederken Balzac’ın insanları maddiyatçıdır, zenginliğin hayalini kurarlar. Dostoyevski’nin insanları ise bu ikisine de benzemez. Onların hayali mutluluk ve zenginlik değildir. Dostoyevski’nin insanları yaramaz çocuk gibidir. Onlar gördükleri her şeyi isterler, isteklerinin sonu yoktur. Onlar durmak bilmeyen koşucular gibidir. Onun romanlarında amacına ulaşan insan bulunmaz. Onun insanları acılarla bütünleşmiştir. Kendisi de acılarla beslendiği için gerçeği ancak fantastiğe ulaştığı zaman seven yaratılıştadır. Yarattığı kahramanlar kalıcıdır, okurun zihninden kolay silinmez. Dünyasında sadece siyah ve beyaz vardır. Başka renge yer yoktur. Ya sıcaktır ya da soğuk ama dondurucu soğuk. Romanlarında kasvetli ve havasız odalar, pis ve bakımsız sokaklar görürsünüz. Yazımı güzel olduğu için başka güzellikleri istemez kitaplarında. Güzelliklerden ziyade ruhlardan bahsetmeyi sever. Eserlerinde insan ruhunun derinliklerine inerek kişisel iç çatışmalarını yansıtır genellikle. Onun insanlarının aşk anlayışı dahi farklıdır. Kahramanları ruhsal ve tensel olarak aynı insana âşık olmaz. O, şehvete varan acılı ve yanardağ patlamasına benzer bir tutkuyla yazan bir yazardı.

bottom of page