top of page

UNABOMBER

       Günümüzde insan ve hayvan gücüne dayalı bir üretimden, makine gücüne dayalı üretime geçiş dönemini sanayi devrimi olarak niteliyoruz. Sanayi Devrimi önce İngiltere’de gerçekleşti. Fransa, Almanya ve Belçika gibi diğer Avrupa ülkelerinde bu devrim biraz daha geç gerçekleşti. Sanayi devriminin lokomotifi buhar makinesinin geliştirilmesi oldu. Onu takiben bu makineyi çalıştırmak için gereken enerji için kömür ocaklarının üretimi geldi. Sanayi Devrimi öncesinde tarımsal nüfus çoğunlukta bulunurken, yaşanan bu gelişmeler sonucunda nüfus yapısı da hızla değişti ve büyük kentler oluşmaya başladı. Geçimini bu yolla kazanmak isteyen kırsal alanda yaşayan nüfus, hızla kentsel bölgelere göçe başladı. Kentlerin hızlı büyümesi ise çevrelerinde yeni yerleşim bölgelerinin kurulmasına neden oldu. Yeni kurulan bu bölgelerde yaşamaya başlayan insanlar, kentlere yeni bir dünya görüşünü ve yaşam tarzını da birlikte getirdi. Kent merkezinde yaşayan insanlar ile yeni kurulan varoşlarda yaşayan insanlar arasında sınıfsal ve kültürel farklar oluştu. Özellikle işsizlik probleminin yaşandığı dönemlerde, toplumlar arasındaki olumsuz farklar bilinmeyen yeni sorunları üretti. Bunun sonucunda kentlerde hırsızlık, gasp, cinayet, fuhuş gibi pek çok toplumsal sorun hızla arttı. Sanayi devrimi gelişmenin öncüsü oldu. Her gelişmenin iyi yanları olduğu gibi kötü tarafları da vardı. Karar mekanizmasının başında bulunanlar alınması gereken önlemleri almakta muhtelif nedenlerle gecikti. Bu gecikmeler gün geçtikçe yeni problemler üretmeye başladı. Bugün için sanayi devrimi dahi arkasında üç evre bırakmıştır. Dördüncü evresi ile sanayi devriminde bilgi toplumuna geçilmiştir. İçinde bulunduğumuz bu bilgi toplumunda çalışmak dahi yetmemektedir. Daha yüksek katma değer yaratan yenilikçi marifetlere de sahip olmak gerekmektedir. İlk üç evrede insan unsuru dışarıda bırakılırken bu son evrede temel unsur insan olmaktadır. Her evrede görüldüğü gibi bu evrede de yeni sorunlar görülecektir. Bu nedenle treni kaçırmamak için bilgi çağında geliştirilen teknolojiyle insan hayatını kolaylaştırmalı ve eğitim, iş, sağlık ve de özellikle çevre konusunda insanlarımızın kapasitelerini ve duyarlılıklarını artırmak için önlem almalıyız. Bu konuda sivil toplum kuruluşlarını teşvik etmeliyiz.

      Atom teorisinin mucidi olarak tarihe geçen Albert Einstein, bu buluşunun sonuçlarını belki de hiç düşünmemişti. Bu buluş 2.paylaşım savaşında ABD tarafından bomba olarak Japonya’da kullanıldı. Bunun sonunda Hiroşima ile Nagazaki’de yüzbinlerce masum insan hayatını kaybetti. İnsanların tarihten ders alıp geleceği inşa etmesi gerekir. Aksi takdirde yaşadığımız globalleşme süreci içinde 3.bir paylaşım savaşı dahi çıkabilir. Bunun yanı sıra, Ukrayna’daki Çernobil veya Japonya’daki Fukişima nükleer santral kazaları da kasıtlı olarak yapılmadı ama sonuçları insanlık tarihinin büyük bir ayıbı oldu. Teknolojik gelişmeleri kullanan ülkelerin siyasi karar vericileri öncelikle inşa hayatına önem vermeyi öğrenemedi. Bu ve buna benzer gelişmeler için gerekli önlemleri almakta gecikti. Aslında bu önlemleri bir masanın ayakları gibi düşünmek gerekirdi. Ayaklardan biri olmaz veya ölçüsü tutmazsa üzerine konanların yere düşeceği bilinmeliydi. Verdiğim bu örnekler belki uç örnekler gibi gözükebilir ama inanınki değildir. Gözlerimizi ülkemize çevirdiğimizde Kaz dağlarında ve Artvin Cerattepe de bulunan altın madenleri, Turgutlu ovası eteklerindeki Çaldağı nikel madeni, Kütahya’daki gümüş madeni gibi birçok örnek gösterilebilir. Önemli olan maden arayarak, HES veya termik santral kurarak toprağı, ormanı, denizi, sahilleri ve de havayı kirletmek değil tam tersi bunlara duyarlı olarak üretim yapabilmek gerekir. Rüzgâr santrali kurmak için zeytinlikleri kesmek, altın çıkarmak için siyanür kullanıp hem doğayı hem de antik kentleri tahrip etmek, yazlıkçılara ev yaptırarak rant elde etmek için ormanların yakılmasına göz yummak, balık çiftliği kurduracağız diye ülkenin en popüler sahillerini kirleterek turizme köstek olmanın sonunda bir bedeli olacağı düşünülmedi. Bu bedel çoğu zaman bedeli ödenemeyecek kadar da büyük de olabilir. Bizim hukuk sistemimize göre bir dereyi kirletmek yasaktır ve cezası vardır. Dereyi kirletemezsiniz, buna karşılık aynı hukuka göre dereyi öldürmek serbesttir. Bir derenin önüne 36 tane baraj yaparak, yani HES yapmayı plansız olarak serbest bırakırsanız o derenin öleceğini bilmeniz gerekir. O ölen derenin yerine yeni bir dere yapamazsınız. Bunun için insan, her şeyin merkezine kendini koyabilmeli. Yaşadığı sürece, çevreye verdiği ekolojik tahribatları ve doğadaki diğer canlıları unutmaması gerekir. Yasa yapılırken, doğadaki canlılar özne kabul edilmelidir. Bugün dünyada üretilen zenginlikler, bir değil iki tane dünyayı doyurabilecek niceliktedir. Önemli olan üretilenin ihtiyacı olana gitmesini temin etmektir yani sosyal adaleti kurumsallaştırabilmektir. Eğer siz atıkları en fakir insanların yaşadığı bölgelerde toplarsanız, çevre kirliliğine neden olan santralleri aynı düşünceyle kurarsanız, en iyi parkları zenginlerin oturduğu semtlerde yaparsanız bu dağılımın adil olmadığını anlamanız gerekir. Siz 1. derece sit alanı olan bir bölgede hukuka aykırı olarak inşaat yapılarak doğanın tahrip edilmesine izin verirseniz bu işi hiçbir zaman çözemezsiniz. Çünkü her seferinde doğa ile sermaye karşı karşıya gelmek zorunda kalır. Sermaye ise her ülkede güçlüdür. Ülkemizde hiç korunmayan şey doğadır. Türkiye'de her yıl erozyon nedeni ile kaybedilen toprak miktarı bir milyar tonun çok üstündedir. Bu rakamın yarısının tarım topraklarında olduğu unutulmamalıdır. Bugüne kadar bu konuda atılan ciddi bir adım da bulunmamaktadır. Ülkemiz su konusunda zengin olmasa da su sıkıntısı çeken bir ülke de değildir. Lakin su kaynaklarımızı da hoyratça kullanmaktayız. Su konusu siyasetin değil, devlet meselesi olarak kabul edilmelidir. Ormanlarımızın durumu yukarıda saydıklarımızdan daha da kötü durumdadır. Yangınların yanı sıra orman politikası ve hukuksal düzenlemelerin de etkisiyle, her yıl 270 bin dönüm ormanımızın yok olduğunu unutmamak gerekir.

     Theodore John Kaczynski, ABD'li matematikçi, anarşist teorisyen ve eylemcidir. Harvard Üniversitesi'ni bitirmiş arkasından Michigan Üniversitesi'nde matematik alanında doktora yapmıştır. Bu güzel tahsilinin ardından Berkeley Üniversitesi'nde göreve başlamıştır. Kaczynski, yıllar sonra üniversitedeki yardımcı profesörlük görevinden istifa ederek Montana'ya gitmiştir. Bu kentin ormanlarının içinde yaptığı ilkel bir kulübeye yerleşmiş ve doğal hayatın içinde yaşamaya başlamıştır. Doğa ve toplum kirliliğine duyarlı bir insandır. Yapılan yanlış uygulamaların farkındadır. Tabiat içindeki yaşamının giderek kötüleştiğinin ve sanayideki gelişmelerin kendi yaşam alanını giderek daralttığını, doğanın sürekli olarak tahrip edildiğini görmüştür. Anarşist kişiliği buna reaksiyon göstermek zorunda kalmıştır. Bu nedenle uyarı olarak küçük sabotaj eylemlerine başlamıştır. Yaptığı bu uyarılar ciddiye alınmadığını gördüğünde bu kez planlı bombalama eylemlerine başlamıştır. 1978 yılından 1995 yılına kadar onsekiz yıl boyunca teknoloji geliştirme merkezlerine, bu yönde çalışmalar yapan bilim insanlarıyla genetikçilere yönelik bombalı eylemlerine devam etmiştir. Kaczynski, bu süre içinde üç kişinin ölümüne de neden olmuştur. Sonunda bir uçağa da bombalı saldırı da bulunmuş bu kez başarılı olamamıştır. 18 yıl boyunca kimliği belirlenemeyen ve çeşitli adreslere gönderdiği bombalı paketlerden ötürü FBI tarafından Unabomber adı verilmiş fakat bulunamamıştır.  1995 yılında karşı çıktığı konuları bir manifesto ile kitlelere duyurmak istemiştir. Bu uzun yazısının gazetelerde yayınlanması halinde bombalama eylemlerine son vereceğini duyurmuştur. Washington Post ve NewYork Times gazeteleri yazmış olduğu manifestosunu yayınlamışlardır. Türkiye'de Kaos Yayınları tarafından Türkçeleştirilerek kitap halinde yayınlanan manifesto sanayi devriminin insanlığın başına gelen en büyük felaket olduğu iddiasıyla başlayarak Amerikan sosyal demokratlarından endüstriyel güçlere değin birçok kesime derin eleştiriler getirmiştir. Kamuoyuna bu manifestosuyla bireysel, bağımsız ve kararlı bir tepki göstermelerini öğütlemiştir. Bu yayınları okuyan Kaczynski'nin erkek kardeşi David, FBI'ı durumdan haberdar ederek Ted Kaczynski yakalanmasına yardımcı olmuştur. Avukatı müvekkilinin ruh sağlığının bozuk olduğu yönünde savunma yapmak istese de Kaczynski buna kesinlikle karşı çıkmıştır. Tartışmalı bir mahkeme sürecinin sonunda Kaczynski şartlı tahliye ihtimali olmayan ömür boyu hapis cezasına çarptırılmıştır.

       Bugün bazı insanlar onu terörist diye tanımlarken bazıları onu duyarlı bir çevre dostu olarak tanımlamaktadır.  Aslında her iki bakış açısı da yanlıştır. Olaya geniş bir perspektiften bakmak gerekir. Kaczynski yani Unabomber’ın yaptığı sabotajlardan kaç kişi sakatlamış veya öldürülmüştür. Bir elin parmaklarından az insan hayatını yitirmiştir. Buna karşılık sigara tekellerinin reklam vererek yaptığı katliamlardan veya fastfood şirketlerinden veya gazlı içecek üreten anlı şanlı büyük firmaların reklamlarına kanarak sağlıklarını kaybeden insanların sayısının ne olduğu bilinmemektedir. Bu ve bunun gibi firmaların üretimlerini gerçekleştirebilmek için doğaya verdikleri zararın ne kadar olduğu hiç düşünülmemiştir. Bu soruların cevaplarını bulmadan yaşanan gelişmelerden kimin sorumlu olduğunu anlamak çok kolay değildir. Yoksa bir kişiyi sistemin karşısına çıkarıp onu cezalandırmak en kolay yoldur. Bu nedenle o kişiyi ne överek yüceltmek ne de söverek yermek doğru bir davranış değildir. Unabomber’ın, hedeflerine ulaşmak için gerekli gördüğü eylemleri yerine getirme istekliliğinden gözünüz korkmasın.  Sosyal normlara ve yanlış kurallara bilinçsizce teslim olmuş bulunan bir toplumlarda, onun yaptıkları korkutucu değil belki de hayat verici dahi olabilir. Yaşanılan gerçekler her geçen gün onun görüşlerini doğrular niteliktedir. Karar vericiler ise her şeyi rakamlarla açıklama temayülündedir. Birçok şeyi rakamlarla mukayese edebilmek mümkündür. Buna karşılık mutluluğu, sevgiyi, üzüntüyü ve umudu kim rakamlara dönüştürebilir ki? Hayatın gerçeğini unutmamak gerekir. Bugün akıttığımız her damla fazla suyun, kullandığımız her türlü enerjinin, fazladan sarf ettiğimiz her kâğıt parçasının doğaya zarar verdiği bilincinin toplumda küçük yaşta oluşması gerekir. Aynı şekilde insan, kazandığı paranın, kullandığı zamanın hesabını verebilmelidir. Bunu yapabilmenin muhtelif yolları vardır. İçinde yaşadığımız toplumun büyük çoğunluğunun inandığı mukaddes kitabımız vardır. Gerçek Müslüman kitabımızı idrak ederek okuduğunda bunların cevabını kolayca bulabilir. Peygamberimiz, akan nehirden bile abdest alsan israf etmeyeceksin diyerek müminleri uyarmıştır. Her konuda israf insani duyguları zayıflatır, toplum değerlerini alt üst eder. Gerçek inançlı bir insan yemek için yaşamaz, yaşamak için yer. Yüce kitabımızın En’am suresinde “Allah, israf edenleri sevmez”, A’raf suresinde “Yiyiniz, içiniz, fakat israf etmeyiniz. Çünkü Allah israf edenleri sevmez”, “Saçıp savuranlar şeytanın dostlarıdır”, Furkan suresinde “Müminler öyle kimselerdir ki, sarf ettikleri zaman ne israf ederler ne de cimrilik ederler. İkisi arasında orta bir yol tutarlar” ifadelerinin yer aldığını unutmamak gerekir. Bu örnekleri çoğalttığımız zaman doğa ve diğer canlılar için gelen ayet ve hadislerin de bulunduğunu görebilirsiniz.

     Bugün ülkemizde bireyler sosyal ve ekonomik hayatta kendilerini farklı şekillerde ifade etmeye başlamıştır. Bunların içinde en yanlış olanı ise zenginlerin, benimsedikleri tüketim anlayışı ile kendilerini ifade etmeye çalışmasıdır. Tüketim, kültürde hiçbir zaman tamamlayıcı bir unsur olmamıştır. O ancak kültüre yön veren bir konumda olabilir. Ekonomik olarak güçsüz olan ama toplumda çoğunluğu teşkil eden gurup ise tüketim gereksinmelerini karşılayamadıkları süreçte sosyolojik ve psikolojik problemlerin içine girmektedir. Gerek zengini ve gerekse fakiri, ihtiyaç dışı tüketime yönelten ana etken ise televizyon, diziler, reklamlar, aktüalite programları ile kapitalizmin doruk noktası olan AVM kültürünün kök salmasıdır. Aileler bugün AVM’leri sinema, tiyatro, kültür merkezi gibi kullanmaya başlamıştır. Bu süreç devam ettiği sürece ihtiyaç dışı sarf artacak bunu takiben üretim artışı yaşanacaktır. Bu yanlış yönlendirme ise sonunda bir şekilde doğanın tahrip edilmesine neden olacaktır. Çevreye verilen tahribat arttıkça iklimler değişecek ve yaşamın sonuna daha hızlı yaklaşılacaktır. Kapitalist düzen para için buna önlem almaya kolay kolay yanaşmasa ülkeleri yöneten iktidarların buna en uygun çözümü bulması gerekir. Doğa tahribatını hat safhaya ulaştıran ve bunu kendi varlığını tehlikeye atmak pahasına yapan insanlar bu gerçeği görmeli ve yanlış tüketim eğilimlerinden vazgeçmelidir. Bu nedenle ekolojik üretim ve tüketim biçimlerine yönelmeli ve bunu yaparken diğer canlıların ve doğanın haklarına özen gösterilmelidir. Bir kızılderili atasözü vardır.” Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde; beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak.”

     Bizim de bu konuda üstümüze düşen görevleri yapabilmemiz öncelikli olarak bu konuyu öğrenmeliyiz. Konuyu kapsamlı öğrenebilmemiz için, Theodore John Kaczynski’nin yazdığı ve Kaos yayınları tarafından çıkarılan “Sanayi Toplumu ve Geleceği” isimli kitabı okumamız gerekir. Ted Kaczynski, kitabında bize şöyle seslenmektedir, "Eğer devlet babanın hayatınıza şu anda fazla karıştığını düşünüyorsanız yanılıyorsunuz; siz asıl, devlet çocuklarınızın genetik yapısını düzenlemeye başladığında olacakları görün. Kontrolsüz genetik mühendisliğinin sonuçları bir felaket olabileceğinden, insanoğluna yönelik genetik mühendisliğine girişi, kaçınılmaz olarak bu tür bir düzenleme izleyecektir." Bu kitabı bitirdikten sonra, IQ’sü çok yüksek olan bu insanın yaşadığı olaylar süreci içinde seri bir katile dönüşen psikolojisini de öğrenebilmek için, Suç Psikolojisi ve Seri Katiller Uzmanı Arkın Gelişin’in yazdığı ve Herdem kitap tarafından çıkarılan “Bir Seri Katilin Manifestosu-Ted Kaczynsk” isimli kitabı da ayrıca okumak gerek.

     Unutmamamız gereken şey, tarihin esiri değil efendisi olmamız gerektiğidir.

bottom of page