top of page

YELDEĞİRMENİ             SEMTİ

Geçeydin Boğaziçi’nden

  Başında İstanbul havası

  Çarpaydın Kadıköy iskelesine

  Çarpaydın çırpınaydın

  Vapura binerken Memet’le anası…”

      

      Bu dizeleri yazarak ayrılıyor Nazım Hikmet, çok sevdiği İstanbul’dan.

     Medeniyet ilerledikçe, onun getirdiği nimetlerden yararlanabilmek için insanlar bir araya gelip topluluk oluşturdu. Ortaya çıkan topluluklar ise önce semtleri ve ilçeleri, sonunda kentleri kurdular. Kentlerin büyümesinde çeşitli faktörler etken olurdu. Bazılarında din faktörü bazılarında ise iklim. Yol güzergahlarında bulunan kentlerde ise ticaretin etkisi görülürdü. İnsanlar, çoğu zaman, kentte yaşamanın aslında bir imgede yaşamak olduğu hissetmedi. Halbuki o kentin caddeleri, bulvarları, kıyı şeritleri, tarihi binaları, görkemli köprüleri, denizi ve bahçeleri aslında birer imgeydi. Kentlerin algılanışı kişiye ve zamana göre değişir. Örneğin; Italo Calvino, “Görünmez Kentler” diye kurmaca kentler yaratırken, Tarık Dursun K. “Kokulu Kentler” yaratmış kendince. Kentlerin oluşma zemini gibi semt ve semtlerin de bir temeli vardır. Çünkü onlarda canlı bir varlık gibidir. Bu yüzden semtleri tanımlarken onları yaşayan, gelişen ve dönüşen varlıklar olduklarını bilmek gerekir. Semtler gerektiğinde, insanlara kimlik işlevi bile görebilir.  Semtlerin kendine özgü özellikleri vardır. İstanbullusunuz diyelim. Simit aklınıza geldiğinde Kumkapı, boza kelimesini işittiğinizde Vefa semti gelir aklınıza. Kanlıca size yoğurt çağrıştırırken börekte Sarıyer'i çağrıştırır. Bunlar zaman içinde o semtlerin metaforu haline gelmiştir. Zaten büyük kentleri büyük kent yapan olgu onların parçaları olan bu semtlerin bütünlüğüdür. Beyoğlu, Galata, Haliç, Kadıköy olmadan İstanbul düşünülmeyeceği gibi Yeldeğirmeni olmadan da bir Kadıköy düşünülemez. 

     İnsan, çevreye kök salmadan yaşayabilir mi? Bazıları yaşar deseler de sen sakın o söyleyenlere inanma. Kök salmak denilen şey sadece çevre de değil üstelik. İnsanoğlu günlük çalışma rutinine girdiğinde içinde ezilip bunalır ama yine de geçmişini ve geleceğini düşünmek zorunda kalır. Eskiyi bir gözlerinizin önüne getirin. Semtlerde öyle kocaman alışveriş merkezleri falan yoktu. Küçük dükkanların önünde oturup sohbet eden veya tavla oynayan güler yüzlü semt sakinleri bulunurdu. Selam vermeden geçenlere, selamsızdan mı geliyorsun

diye laf atılıp, çay içmeye davet edilirdi. Semt fırınının önünden geçilirken mis gibi kokan taze ekmek, anında insanın karnını acıktırırdı.  Bayram günleri herkes için önemliydi. Ne kadar da çok bayram günleri vardı o devirde. Türk’ün, Rum’un, Yahudi’nin ve de Ermeni’nin bayramı hep birlikte kutlanırdı, ayrısı gayrısı yoktu tüm bayramların. O günün insanları, bayramların hayatımızın kilometre taşları olduğunun bilincine ermişlerdi. Onlar birlikte yaşamanın çok kültürlülüğünü içlerine sindirmişti. Dostluk ve vefa kol kola gezerdi semtlerin tüm sokaklarında. O devirde semtlerin fakiri, zengini belliydi. Garipleri kollardı semt sakinleri. Evlerin tüm kapıları da çocuklara açıktı daima. 

     İstanbul’un eski bir semti olmasına rağmen, Yeldeğirmeni’nin adı çok duyulmamıştır. Kadıköy ilçesinin Rasimpaşa Mahallesine bağlı Yeldeğirmeni semti, denize yakın eğimli bir yamaç üzerine kurulmuştur. Kuzeyi Haydarpaşa Garı, güneyi Halitağa Caddesi, doğusu Ayrılık Çeşmesi Mezarlığı, batısı Marmara Denizi ile çevrilmiştir. Bütün yolların ve yokuşların denize açıldığı, yamaca sıralanmış eski apartmanların bulunduğu, kendine has güzellikte ibadethaneleri, okulları, bahçeleri, dükkanlarıyla özünü olabildiğince korumuş bir semt. Gündüz saatlerinde, yokuştan inilirken, güneşin denize yansıması ile birlikte geçen bir vapurun görüntüsü birleştiğinde, sevinç dolar insanın yüreğine. Ama aynı duyguyu alacakaranlıkta pek hissedemezsiniz. Eski günlerde yani liman yapılmadan önceleri, lodos patladığında denize yakın dükkanların su içinde kaldığı söylenir. Haydarpaşa Çayırı diye bilinen yer ise Osmanlı Süvari Birliklerinin talim yeriymiş. 15. ve 16. yüzyıllarda bu bölgeye önce bahçeli köşklerle çiftlikler yapılmış. 18.yy. sonlarına gelindiğinde, İstanbul’un un ihtiyacını karşılamak için dört tane yel değirmeni yapılmış.  O günden sonra semt, hızla yerleşime açılmış. 19.yy. ortalarında Kadıköy’ün ilk postanesi de buradaymış. Kadıköy’deki tramvay yolu da Karakolhane Caddesi’nden geçermiş. Semte ilk gelenler Türklerle Rumlar olmuş. 1872 yılındaki Kuzguncuk Dağhamamı yangınından sonra Yahudiler bu semte göçmüş. O güne kadar Müslüman ve Rum ağırlıklı olan nüfus içinde Yahudiler giderek çoğalmış. Büyük çoğunluğu küçük esnaf ve tüccar olan Yahudiler, burada kendilerine has kapalı bir cemaat oluşturmuş. O tarihten sonra da semte apartmanlar yapılmaya başlamış.

     Sokakların denize bakan taraflarına yapılan apartmanlar da Yahudiler, üst kısımlarda kalan ahşap evlerde ise ağırlıklı olarak Türkler, Rumlar ve Ermeniler oturmuş. Bu semte yapılan apartmanlar, günümüzün yapılaşma anlayışının aksine, göze hoş gelen estetik değeri bulunan yapılar. Yüksek tavanlı, ihtişamlı binalarda, oymalı ve kabartmalı süslemeler, dövme ve döküm demir parmaklıklar, üzerleri yivli kabartmalı, kemerli pencere ve kapılar, pencere kenarlarında yer alan sütun başlıkları gerçekten görülmeye değer nitelikte. Semtin en güzel binalarından biri, Macit Erbudak Sokağı'ndaki Sünget Apartmanı. Haydarpaşa Garını yapan Alman mühendislerin, inşaat sırasında kendilerinin konaklamaları için yaptıkları lojman aslında. Haydarpaşa Garı’nın hizmete girmesi ile Yeldeğirmeni’nde birtakım yenilikler de olmuş. Alman ailelerin çocukları için bir ilkokul dahi yapmışlar. Haydarpaşa Garı’nın yapımında çalışan İtalyan mühendisler ve işçiler için de Valpreda Apartmanı yapılmış. Gel gör ki yapılanlar sanki sanat eseri. Kehribardjı, Menase, Celal Muhtar, Demirciyan, Ester, Ekrem Bey ve Valpreda Apartmanları bu semtte yapılan güzel apartmanlar arasında. Bu semtin her sokağında bir tarih yatıyor aslında. Dar sokaklar arasında dolaşırken biri sizi izliyor gibi bir hisse kapılıyor insan. Beliki de semtin geçmişi peşinize takılıyor. Yılların Özen Sineması ise bugün bir afiş-tabela atölyesi olarak kullanılır. Semtin ilgi çeken yerlerinden birisi de Ayrılık Çeşmesi Sokağı. Çeşmenin yanından aynı adı taşıyan dar sokağa girdiğinizde solunuzda iki yüz yıllık Osmanlı Mezarlığını görürsünüz. Mezarlık, bir kez onarılmış ama bugün yine kötü durumda. Geçmiş yıllarda askere ve hacca gidenlerin sevdikleriyle vedalaştıkları bir yer olduğu için adı Ayrılık Çeşmesi olarak kalmış. O günlerde semtin fırıncısı, kahveci, kasabı, şekerci, helvacı Türk. Bakkalı, meyhaneci, kırtasiyeci, kundura tamircisi Rum. Manavı, eczacısı, seyyar balıkçısı, camcısı, terzisi Musevi. Tesisatçısı, şoförü, marangozu, sobacısı Ermeni. Sütçüsü Bulgar. Ciğercisi, şıracısı, bozacısı ise Arnavut’tu. Ayrıca Musevilerin de ayrı bir kasabı olurdu. Eski İstanbul’un en renkli esnafı olan berberler ise her toplumun ayrıydı. Semtin ilk kadın berberi ise bir Rum’du. Kapısı olmayan ve İranlı bir Azeri Türk tarafından işletilen dükkan ise çaycı-tütüncü dükkanıydı.   

    Semtler de insanlara benzer, zamanla onlarda yaşlanır demiştim yazımın başlarında. Kurtuluş Savaşından sonra özellikle Rum azınlıkların ayrılmasıyla semtin nüfusu azaldı. 1950’li yıllarda bu evlere Anadolu’dan göçen aileler yerleşti. 6-7 Eylül de yaşanan istenmeyen olaydan sonra semtten yeni bir göç başladı. Rumların büyük bir kısmı semti değil ülkeyi terk etti. Ardından sınıf atlayan Yahudiler de yaşamak için Moda, Caddebostan ve şehrin Avrupa yakasını tercih etmeye başladı. Bazıları ise yeni kurulan İsrail’e gitti. Yeldeğirmeni giderek iş yerlerine dönüştü. Bu küçük semtte bugün 16 bin kişi yaşar. Bunun üçte biri öğrenci. Bunların da bir kısmı Türkiye’ye gelen yabancı öğrenci. Bölgede birer birer yeni iş yerleri açılırken antikacılar da bu değişimden nasibini aldı. Macit Erbudak Sokak’ta bulunan Asya Kitap bunlardan sadece biri. Kuzgun adlı dükkânda ise eski ve yeni çizgi romanlar satar. Bubi ise sanat, bilim ve doğa alanında çalışan tüm bağımsızlar için ortak bir buluşma mekânı. Bu ve buna benzer birçok mekân var bu semtte. Günümüzün ünlü marketlerinin yanı sıra bakkalı, kasabı, manavı ve sevgi dolu, yardımsever sakinleriyle eski İstanbul semtlerinin havasını bir nebze de olsa hâlâ yaşatmaya çalışıyor semt halkı ve esnafı. Kadıköy Belediyesi ve Çekül Vakfı’nın desteklediği özgür ruhlu sanatçılar, hayal güçlerini sokaklara aktararak çehresini değiştirmeye çalışıyor. 2012 yılında düzenledikleri “Mural-İst” festivali ile Yeldeğirmeni’nde bulunan pek çok boş duvarı “Mural” denilen büyük resimlerle süsleyerek Avrupai bir ambiyans getirmişler. Sokaklarında gezinen insanların karşısına çıkan bu duvarlar, bir anda onların dünyasını renklendirip gülümsetiyor. Son yıllarda semt tekrar kabuk değiştiriyor. Açılan yüze yakın resim, heykel ve seramik atölyesi ile sayısı oldukça artan galeriler bu şirin semti kültür ve sanat odağı haline getiriyor. Bir zamanlar Gayri Müslimlerin rağbet ettiği semtte bir sinagog, şirin bir kilise ve bir de yüz yıllık Rasim Paşa Camisi bulunuyor. Semt sakinleri, dar bir bölgede üç kitaplı dinin bir arada temsil edilmesinin onurunu yaşıyor. 1895 yılında manastır, okul ve kilise olarak kullanılan tarihi kilise, 1911 yılında geçirdiği yangında büyük hasar gördü. Onarıldıktan sonra okul olarak kullanıldı. 1999 depreminin ardından tehlikeli olduğu için boşaltıldı. Uzun süre boş kalan bina, Kadıköy Belediyesi tarafından kamulaştırılıp restore edildi ve sanat mekânı olarak hizmete sokuldu. Akşamınızı güzel bir konserle değerlendirmek isterseniz, Yeldeğirmeni Sanat Merkezi’nde ücretsiz izleyebilirsiniz.

     Yeldeğirmeni Semti Canlandırma Projesi, günümüze kadar gelen tarihi dokunun ve kendine özgü semt kimliğinin korunup yaşatılmasını amaçlıyor. Kadıköy Belediyesi ve Çekül Vakfı’nın projesi bu işte gönüllü çalışan semt sakinleri ile birlikte yürütülüyor. Proje gereğince 2. el pazarları, halk katılımına açık sanatsal faaliyetler, yazlık sinema gibi etkinlikler planlanıyor. Amaç, kaybolmakta olan semt kimliğinin tekrar kazandırılması. Gönüllü katılımcıların buluşması için “Semt Evi ve Gönüllü Merkezi” yapılmış. Projenin önceliklerinden biri yerel ilişki ağının canlandırılması. Sorumluluğunu da halk ve esnaf yüklenmiş. Tarihi binaların restorasyonunda izlenen yöntem de bu yaklaşıma örnek olmuş. Binaların belediye ya da yatırımcılar vasıtasıyla restore edilerek yapay bir doku oluşturması yerine, mal sahiplerinin kendi konutlarını kendilerinin restore edebilmeleri için yardımcı olunuyor. Bugün 200'den fazla semt gönüllüsü bu projede aktif olarak görev alıyor. Bugüne kadar yaşanan olumsuzluklara mizahi yaklaşımları ile çözüm bulan gençler gelecek için umut vaat ediyor.

     Günümüze gelirsek, semtte yeni açılan mekanlardan bahsetmek gerek. Don Kişot Sosyal Merkezi bunların içinde en önemlisi. 20 senedir kullanılmayan bina, müteahhitti tarafından birden çok insana satılmış, bu nedenle sahipsiz kalmış. Boş ve kullanılmaz haldeki mekânı tinerciler keşfedince belediye binanın etrafını çevirmiş. Gezi olaylarından sonra aktivist gençler tarafından temizlenip ortak yaşam alanı haline getirilerek Don Kişot Sosyal Merkezi olarak kullanıma açılmış. Türkiye’nin ilk kamusal işgal evi olan Yeldeğirmeni Don Kişot Sosyal Merkezi, zabıtanın yaptığı baskınla sessiz sedasız boşaltıldı, evin önündeki heykel de yıkıldı. Görülmesi gereken sokakları ve bu sokakta yer alan tarihi eserleri sıralarsak; İskele Sokak: Sahilden Haydarpaşa yönüne yürürken sağ tarafta kalır. Valpreda Apartmanı, Osmangazi İlkokulu, Ali Bey Apartmanı, Yeldeğirmeni Sanat, Kemal Atatürk Lisesi. Macit Erbudak Sokak: Sünget Apartmanı, Tarihi Yeldeğirmeni Simit Fırını. Kır Kahvesi Sokak: Rasimpaşa Cami. Karakolhane Caddesi: Bu cadde semtin en kalabalık caddesi. Kafeler, dükkanlar, kilise ve sinegog da bu cadde üzerinde bulunuyor. Bu sokaklarda duvar resimlerini sakın kaçırmayın. Semtte pek çok kafe bulunuyor. Mahatma Cafe de bunlardan biri. Sahibi bir arkeolog. Mutfaklarında hiçbir hayvansal ürün kullanılmıyor. Müşterilerinin çoğu yabancı ve günün her saati kalabalık bir yer. Rucio Kafe, ismini Don Kişot’un inatçı eşeği Rucio’dan almış, Kırmızı tentesi ve huzurlu ortamıyla sevimli bir yer. Tiramisusu ve havuçlu keki ile ünlü. Garda Kafe, semtin ilk açılan kafelerinden. İçi Haydarpaşa Garı gibi dekore edildiği için bu ismi almış. Duvar çizimlerinde, vapurların geçişinden martılara kadar her detay yer alıyor. Kafe Küff, Garda Kafe’nin karşı çaprazında. Taş duvarları ve büyük kütüphanesiyle dikkat çekiyor. Küff’ün sandviç ve tostları ünlü. Nayn, semtin en iyi kahvecisi. Portakallı ıhlamurlu kek, tahinli, bitter çikolatalı keki tavsiye edilir. Benazio Cafe, Karakolhane caddesinin tam göbeğindeki yer alıyor. Kahveleri ve cheesecake’leri ile ünlü. Bilmenizi istediğim son şey ise bu semtin “Burada Engel Yok” için pilot bölge seçilmiş olması.

     Umarım kentsel dönüşüm rantsal dönüşüme çevrilmez. Bir de terminoloji sorunu var bana göre bu sözde. Kentsel dönüşüm yerine, kentsel yenileme sözünün kullanılması daha yerinde.

bottom of page