top of page

68'in Kadınları

     Gençler hayatın başlangıcında çoğu kez nasıl ve niçin yaşadıklarının farkında olmazlar. Yıllar sonra mesuliyet yüklenip geriye dönüp baktıklarında, bazı özel insanların sadece kendileri için değil başkalarının hayatlarını da güzelleştirmek için çalışıp çabaladıklarının farkına varırlar. İşte o zaman anaları, babaları ve onları kollayıp düşünen yakın akrabaları farklı bir değer kazanır gözlerinde. Değer verdiğimiz bu kişilerin arasına, sosyal, ekonomik ve siyasi hayatımızı düzeltmek için çalışıp çabalayan hiç tanımadığımız insanların da bulunduğunu bilmeliyiz. Tıpkı 68'in cefakâr kadınlarında olduğu gibi.

    

    Genellikle Türkiye'nin farklı coğrafyalarından gelmişlerdir büyük kentlere. O günlerde çevrelerinde pırıl pırıl parıldayan birer yıldız gibiydiler. Okumak için büyük şehirlerimize yolculuğa çıktıklarında, her birinin farklı hayalleri vardı yüreklerinde. Okuyup kimi doktor olacaktı kimi avukat. Belki de onlar ailelerinin ilk yüksek tahsil yapan kızları olacaktı çoğu kere. Geldikleri kentlerde ve evlerinde erkek egemenliğini görüp yaşamışlardı genellikle. Kısa sürede büyük kentlerde ve üniversitelerde de erkeklerin egemen olduğunu görüp öğrendiler fakat gördüklerinden yılmadılar. Ürkekliklerini üstlerinden atıp erkek arkadaşlarının aralarına karıştılar. Bugün bu kadınlar, yola çıktıkları ideallerinden oldukça uzakta kaldılar. Birkaçı ünlenip yakından tanıdığımız insanlar oldu ama çoğunluğu tanımadığımız isimsiz kahramanlar olarak saklı kaldı. Bu günlerde Deniz’i, Mahir’i, Sinan’ı çocuklar bile tanırken, bu isimsiz kahramanları kimse hatırlamadı bile. Belki de onlar saklanmak istedi. Ben sizlere bu kadınlarımızı biraz olsun tanıtmaya çalışacağım. Onların kökenlerini incelediğimizde genellikle kentli ve CHP sempatizanı ailelerden geldiklerini biliyoruz. Tabi ki aralarından tek tük de olsa kırsal kesimden gelenlere de rastlıyoruz. Bana göre erkekler ile aralarındaki en önemli fark da bu. Bu kızların ortak diğer özellikleri ise öğrenmeye aç ve dünyaya geniş pencereden bakan insanlar olmaları. Belki varsıl ailelerden gelmemişler ama özel okullarda veya yurt dışında okuyanlar da bulunuyor aralarında. O yıllarda, 27 Mayıs’ın getirmiş olduğu geniş bir özgürlük ortamı var. Ayrıca Türkiye İşçi Partisi kurulmuş, milletvekilleri de mecliste oldukça ses getiriyor. Toplum ile birlikte yüksek öğrenim gençliği de ülkede birey olmanın keyfini çıkarıyor. O günlerde Türkiye, dışa açılmanın da ilklerini de yaşıyor. 60’lı yılların ikinci yarısı tüm dünyada anti-kapitalist başkaldırının toplumda tırmanışa geçtiği günler. ABD, bir yandan Küba Devrimi’ni yıkmaya çalışırken, diğer yanda Vietnam’da savaşıyor. Emperyalizme bayrak açan dünya gençliği, sermaye düzenine karşı ayaklanıp yeni bir dönemin başlaması için var gücüyle direniyor. Bu gençler olayların nedenini niçinini sorguluyor. O günler Che Guevara’nın Bolivya dağlarında vurulduğu ve dünya gençliğini ayağa kaldırdığı günler. Doğal olarak Türkiye’deki 68 gençliğini de bu gelişmelerden nasibini alıp muhalif tavrını ortaya çıkarıyor. Türkiye’deki öğrenci hareketlerinin emsallerine göre en belirgin özelliği, üniversite içi sorunlar ve genel olarak eğitim sistemiyle ilgili tartışmalar. Ülkemizdeki öğrenci hareketleri, öğrencilerin üniversite içi sorunlarını düzene bağlama isteklerinden doğan masum istekler. O günlerde Deniz Gezmiş’in bulduğu slogan, “Sağ sol yok, Boykot var” sağ ve solun varlığını kabul ederek onlarla ittifak sağlayarak gençleri topyekûn eyleme geçiriyor. Onların bu haklı istekleri üniversitelerin kısıtlı imkanlarıyla çözümlenemediği için, üniversiteye karşı oluşan kızgınlık bir süre sonra rejime ya da kurulu düzene yöneliyor. Bu yönelişte istekler giderek siyasallaşıp toplu işçi hareketine dönüşüyor. Sonucunda sorunların halli için karşısında muhatap bulamayan bu aktif gençlik, sokaklara dökülmek zorunda kalıyor. Şüphesiz olayların bu şekle dönüşmesini düşünüp onları maniple edenler de çıkıyor. Çünkü onlar, gençlerin bazı söylemlerini tehlikeli buluyor. Toprak işleyenin su kullananın, NATO’ya hayır veya tam bağımsız demokratik Türkiye sloganları onlara ürkütücü geliyor. Gençlerin uykudan uyanmaları onların işine gelmiyor. Onlar biat eden bir gençlik istiyor. Bu insanlar, gençleri birbirlerine kırdırmak için onları bölmeyi de iyi biliyor. Masum öğrenci gösterileri olarak başlayan eylemler, giderek anarşiye dönüştürülüyor. Bizim konumuz, bu gelişmelerin içinde kız öğrencilerimizin durumunu ortaya çıkarmak. Sağ görüşlü öğrencilerin tamamı erkek öğrencilerden oluşurken, sol görüşlü öğrenciler arasında genç kızlar da bulunuyor. Eylemler üniversite ve öğrenci sorunlarına yönelik olduğu ilk dönemlerde, kaba kuvvetin az olması ve silah kullanılmaması nedeniyle genç kızların katılımı da çok yüksektir. Olaylara katılan kız öğrenciler neredeyse erkek öğrencilerle eşit oluyordu. Eylemlerde şiddetin arttığı dönemlerde, eylemlere katılan genç kızların sayılarının giderek azaldığı da gözlerden kaçmıyordu. Gençleri bu işin içine sürükleyen temel olgu, devletin sosyal devlet görevlerini yerine getirmeyişiydi. Sol guruplara katılan kız öğrenciler önceleri bildiri dağıtıp afiş asarak bu işlere karıştılar. Daha sonra gazetelerin hazırlanmasına yardım edip dağıtımını da yaptılar. Aralarında öne çıkanlar, teorik bilgilerini geliştirip işçi eğitim toplantılarına katılarak işçileri eğitmeye başladılar. Bu görevleri başarı ile yapanlar ise genel grevlerde aktif görevler aldılar. İllegal örgütlenmeye gidildiğinde ise aranan devrimcilere kuryelik yapıp haberleşmeyi sağladılar. Sonunda arananlar için saklanacak yerler buldular. İçlerinde bazıları, eline silahı alıp silahlı eylemlere dahi katıldılar. Bütün bu gelişmelere rağmen, bir iki istisna dışında bu kızlar, karar mekanizmalarında yer almadılar. Sonunda bu genç kızların büyük bir kısmı sorgulamalardan ve işkencelerden geçip hapishanelerle tanıştılar. Ankara’da bu konu da ünlü Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu’nu da oluşturdular. Bu isimle kitap yazan, rahmetli Sevgi Soysal’ı da bu vesileyle rahmetle anmamız gerek. Çünkü o, yazdığı roman ve öykülerinde insan sıcaklığı içinde aktardığı toplumsal, siyasi ve özellikle de kadının bu topraklardaki yerine dair yaklaşımıyla bizlere ışık tutup yön vermişti. O kadınlar, aldıkları eğitimi kendileri için değil, toplumun yararı için kullanmayı seçen özel kadınlardı. Onların büyük bir kısmı bu harekata katılırken sonucunu düşünemeyecek kadar saf ve temiz insanlardı. Hiçbir beklentileri olmadan verilen görevlerin üstesinden geldiler. Bu genç hanımların bazıları eşleri ve sevgilileri için katılmışlardı bu devrimci gurupların aralarına. Ve onlar, hapishane koşullarında da çözülmediler, en az erkek arkadaşları kadar güçlü ve inançlı bir duruş sergilediler. Hatta içlerinde Meral Yakar gibi ölüme giderken gülebilenler dahi oldu. Meral, Ümraniye'de kaldığı bir örgüt evinde kaza kuşunu ile yaralanıp hastaneye götürüldü. Hastanede güvenlik güçleri ondan tedavisi karşılığı bilgi vermesini istedi. Onca baskı ve tehditlere rağmen genç kız inatla direndi, ağzından tek söz çıkmadı, arkadaşlarını ele vermedi. Bu şartlar altında ancak üç gün dayanabildi hayata.

    

     68 olayları, doğasında gençlerin tecrübesizliğinden kaynaklanan kimi yanlışları içerse de ana özelliği, yurtseverliğe dayanan antiemperyalist bir düşünceye sahipti. O günlerde arkadaş satılmaz, arkadaş için ölüm dahi göze alınırdı. 68’lilerin en belirgin özelliği ise eylem ve düşüncede toplum çıkarlarını önde tutan bir anlayışa sahip olması, olay ve gelişmelere kişisel değil toplumsal bir anlayışla bakılmasıydı. O dönemin erkek devrimcilerinin özellikle lider kadroları yaşanan olaylar sonucunda hayatlarını kaybettiler. Belki de bunu bilerek yaptılar. Bir kısmı yurt dışına kaçtı. Hapis yatanlar oldu. Bazıları eski görüşlerini sürdürebildi. Bazı hızlı devrimciler ise keskin bir U dönüşü yaparak kolay yolu yani dönekliği seçti. Kimileri düzene entegre olup holding patronu oldu kimileri de danışmanlığa geçti. Bazıları ise oportünist olup rüzgârın yönüne göre sürekli taraf değiştirdi. Ne yazık ki aralarında karanlık ilişkileri seçenler bile oldu. O günlerde genç kızlar için üniversiteli olmak, toplum içinde önemli bir ayrıcalık sayılırdı. Dolayısıyla onlar daha fakülteye başladıkları gün kendilerini özgür ve başarılı hissetmiştiler. Başlarından geçen onca olumsuz olaydan sonra büyük bir kısmı mücadeleyi bıraktı ve politikadan uzaklaşıp sade vatandaşların arasına karıştı. Bir kısmı ise gün geldi “Yetmez ama Evet”çi oldu. Bazıları düzene uygun yazarken bazıları ise mücadeleye kaldıkları yerden ama bu kez demokratik yoldan devam etti. 68’li kadınlar arasından holding patronu olan çıkmadı ama karanlık ilişkiler kuranlara maalesef rastlandı. Aslında bu kadınlarla uzun süre ilgilenen de pek olmadı. Dönemi anlatan kitaplarda tek tük ancak isimlerine rastlandı. Aradan kırk yıl geçtikten sonra bu kadınlar arasında yer alan Jülide Aral ve Nadire Mater’in gayretleriyle, 2 Haziran 2008’de bir araya gelip toplandılar. 1968 yılının 40. yılı onuruna yapılan bu toplantıya 68’li 43 kadın katıldı. Bu toplantının nihayetinde o günün 68’li kızları, bugünkü varoluş biçimini şu kısa cümle ile özetlediler.

 

      “İlacımı yutarım, eylemimi yaparım.”

 

Toplantının katılımcıları ise;

    

     Aslı Göksel, Ayşe Bilge Dicleli, Ayşe Gözen, Ayşe Semra Eker, Birgül Akkoca, Büşra Ersanlı, Çimen Keskin, Dilruba Yaman, Esra Uçkun Koç, Fatma Sayman Arda, Feryal Gürpınar, Figen Aydıntaşbaş, Füsun Özbilgen, Gülay Ünüvar, Gülsüm Karamustafa, Hacer Ansal, Huri Özdoğan, Hülya Karadeniz, Hülya Keskin, Işıl Gürsoy Uyar, İlkay Alptekin, İnci Beşpınar, İpek Çalışlar, Jale Altıntaşlı, Jale Mıdanoğlu, Julide Aral, Melek Ulagay, Müfide Pekin, Nadire Mater, Narin Coşar, Nazan Aksoy, Neşe Erdilek, Nigar Sancak, Nur Bekata Ardin, Nur Deriş, Nuran Ağırnaslı, Nuran Atahan Kurtuluş, Oya Baydar, Özal Ant, Sema Hallı Karagözoğlu, Sırma Evcan, Ümide Aysu, Zehra Şenoğuz isimli hanımlar oldu.

    

     Bakalım 50.yıl toplantısına kaç 68’li katılacak. Sonuç olarak, hernekadar devrime inanılsa da kadın erkek eşitliği sadece sözde kalmıştı. O günlerde hep erkeklerin sesi duyuluyordu. Bunun böyle olmasını belki de Engels istiyordu. “Erkek burjuvazidir ve karısı daima proletaryayı temsil eder.” Sözünü de maalesef o söylemişti.

bottom of page