top of page

Kapıkırı - Heraklıa

images.jpg

     Söke ovasının bereketli topraklarından geçip güneye doğru yol alırken önünüze çıkan yol ayrımı size iki alternatif sunar. Sağ yöne saparsanız Didim ilçesine sol yöne saptığınızda ise önce Milas ardından Bodrum ilçesine ulaşılır. Halikarnas Balıkçısının  büyük katkısıyla Bodrum'un parlayan yıldızı çevredeki farklı görülesi yerleri görmezden gelinmesine yol açmış. Oysa bu güzel güzergahta bulunan  antik Heraklıa kenti şimdiki adıyla Kapıkırı Köyü mutlak görülmeli. Arabanızla Söke’den Milas yönüne ilerlerken Bafa Gölü’nü gördüğünüzde, çevrenizin zeytin ağaçları ile yeşillendiğini görürsünüz. Gölün güney kıyıları boyunca doğuya yani Milas yönüne doğru ilerlemeye devam edin. Bafa köyüne geldiğinizde kuzeye yani sola yönelen bir sapak göreceksiniz. Antik Heraklia kentine giden 9 km.lik bu yolu takip edin, Gölyaka köyünü geçtikten sonra  yazımıza konu olan Kapıkırı köyüne ulaşırsınız. Antik çağın en önemli kentlerinden birisi olan Herakleia, günümüzde Kapıkırı Köyü adıyla anılıyor.

    “Zeytin, zeytinlik, göz alabildiğine zeytin ağaçları, uygarlığın soylu rengini yapraklarında taşıyan hışır hışır bir orman, işte Büyük Menderes’i geçip de Bafa gölüne doğru kıvrıldığınızda yol boyunca size eşlik eden görüntü. Bafa’nın ve karşınızda Beşparmak dağlarının uyandırdığı anılar, çağrışımlar o denli çoktur ki, hafifçe başınız dönerek geçersiniz bu yöreden” Azra Erhat, bölgeyi bu naif kelimelerle betimlemiş .

       

     Günümüze döndüğümüzde Kapıkırı köyü Milas ilçemize bağlı, yaklaşık 300 nüfuslu şirin bir köy olduğunu görürüz. Bu güzel antik köy; Milas’a 29 km, Söke’ye 54 km. uzaklıkta. Şimdiki köy antik Heraklia kentinin üzerine kurulmuş. Bu kent, antikçağlarda Ege Denizi’ne bakan bir yamaç üzerinde konuşlanmış. Çevresinde de göl falan olmayıp Ege Denizinin kıyılarıymış. Denizin bir uzantısı olan Latmos Körfezi, Büyük Menderes Nehri'nin asırlar boyunca taşıdığı alüvüyonlar ile dolarak denizle bağlantısı kesilmiş ve bugün Bafa dediğimiz bir göl oluşmuş. Heraklia antik kenti de önemli bir limanı kentiyken, göl kıyısında bugünkü konumuna dönüşmüş. Heraklia kenti, sırtını eski ismi Latmos olan dağa yaslamış. Günümüzde ise bu dağlar, beş parmağa benzetildiği için Beşparmak Dağları adı ile anılmaya başlamış. Adını ünlü mitoloji kahramanı Herakles’ten alan antik kent, İonia’da bulunmasına rağmen yıllar boyunca Karia kenti özelliklerini taşımış. Heraklia kenti, denizle iletişimi kesilmesi ile birlikte tarihi önemini de yitirmiş. İlk çağlarda pagan tapınakları olan bazı mekanlar, Hristiyan rahipler tarafından keşfedildiğinde, sığınma ve inzivaya çekilme yeri olarak kullanılır olmuş. Bugün dağların içinde bulunan manastır kalıntıları da antik dönemden kalmış. Dağın bazı yerlerinde, M.Ö 6. yüzyıla ait olduğu tahmin edilen kaya resimleri de bu günlere taşınmış. 

     Bafa Gölü’nün hemen kenarında konuşlanan bu şirin köyün manzarası ve tabi güzellikleri  görülmeye değer. Gölün içinde 5 tane de küçük adacık bulunuyor. Adalardaki harabelerin Bizans döneminden kalan manastırlara ait olduğu biliniyor. Bu adalar günümüzde endemik kuş türlerinin üreme yerleri. Bafa Gölü ülkemizin en genç göl ekosistemleri arasında. Göl, doğallığını kaybetmediği için su kuşlarına da ev sahipliği yapıyor. Bafa gölü üzerinde yapacağınız bir saatlik bir tekne turu gezinin olmazsa olmazı. Gölden yakalanan yılan balığını yemek de farklı bir ritüel. Bafa gölünün çevresinde yer alan Beşparmak Dağları, çevreye gizem katıyor. Bizim tanımadığımız bölgeyi Avrupalı turistler, bizden daha önce keşfetmiş. Son günlerde yabancıların ev satın almaları da gayrimenkul fiyatlarını yükseltmiş.  Tarihi kalıntıları gezmenin de ötesinde balıkçılık, kaya tırmanışı, doğa yürüyüşü, kampçılık, botanik turu, kuş gözlemi, resim çekme ve manzara izleme gibi aktiviteleri gerçekleştirmek için parsellemeye başlamışlar bu antik yöreyi. 

      Kapıkırı bölgedeki tek köy değil, çevresinde birbirinden güzel başka köyler de var. Gölün üzerindeki ada ve adadaki Antik Yunan’dan kalma kalıntılar Kapıkırı Köyünü ön plana çıkarmış. Köyün en önemli geçim kaynağı balıkçılık. Bu nedenle bazen kalabalık tekne gruplarına da rastlanıyor. Gölde özellikle kefal, levrek ve yılan balığı yakalanıyor. Az da olsa hayvancılık ve tarım da yapılıyor. Turizm sektörü de oldukça gelişmiş. Köy, tarih ve doğa ile iç içe geçmiş ama kitle turizminden uzak kalmış. Tarihçi Herodot’un deyimi ile ‘’ Tanrıların çocuklarının oyun bahçesi’’ Köyde birkaç konaklama tesisi bulunuyor. Bazıları bütün yıl faaliyet gösteriyor. Köye yaklaştığınızda yol çatallaşıyor. Sola yani deniz tarafından giderseniz Agora Pansiyon çıkıyor karşınıza. Otantik özelliklere sahip olan çiçekler içindeki bu butik pansiyonun 9 odası ve 3 köyevi var. Klima ve kat kaloriferi de var. Çatallaşan yerden sağa doğru gittiğinizde ise dört odalı Karia Pansiyona ulaşılıyor. Kahvaltı ve yemeklerde kullanılan zeytinyağı, yumurta, domates, biber ve yeşillikler kendi bahçelerinin. Agora Pansiyon yönünde devam ettiğiniz taktirde rüstik tasarımlı Selenes Pansiyon çıkıyor karşınıza. Ahşap ve Betonarme tek katlı 17 oda, 250 metrekarelik göl manzaralı Alakart Restaurantı var. Tesis göle çok yakın bir konumda. Pansiyon ve Restoran iki ayrı mekânda. Bunların dışında Letmos, Herakleia Pelikan & Pansiyon, Kaya Pansiyon, Haus Yasemin pansiyon ve köyün en üst noktasında yer alan Zeybek pansiyonlar ise alternatif konaklama tesisleri. Bu pansiyonların çoğu restoran hizmeti de veriyor. Odun ateşinde yapılan günlük köy ekmeğini, köy yumurtasını, halis çam balını, Egenin incisi zeytin ve zeytinyağını en doğal hali ile kahvaltınızda ve yemeklerinizde buluyorsunuz. Ayrıca günlük taze balık çeşitleri ile damak tadınıza hitap eden yöre yemeklerini de tadabilirsiniz. Bu tesislerin yanı sıra Muğla-Söke karayolu üzerinde 30 odalı Silva Oliva Hotel de düşünülebilir. Göl kenarındaki Çeri Restoran ile Kamil dayının yeri arasında bulunan tesisin şömineli ve göl manzaralı odaları var.

      Bafa Gölü ve çevresindeki köyleri keşfetmek için en ideal zamanlar Nisan, Mayıs, Eylül ve Ekim ayları. Yani kısaca İlkbahar ve Sonbahar mevsiminde gidilmeli ama mutlaka gidilmeli. Köyün içinde sayılan Athena tapınağını, Agorasını (Pazar Yeri), Çoban Mezarını ve Bizans kalesini kolaylıkla ziyaret edilecek uzaklıkta. Köydeki pansiyonlar rehberli yürüyüş turları ve teknelerle göl gezileri de düzenliyorlar. Yürüyüş turlarına katılmak için öncelikle iyi bir yürüyüş ayakkabısı giymelisiniz. En eski manastırlardan olan Yediler Manastırı Gölyaka köyünden bir buçuk saatlik bir yürüme mesafesinde olduğunu hatırlatırım. Antik şehirden dolayı bölge sit alanı, bu nedenle köyün fazla büyüme şans yok. Heraklia kentini çevrelen surlardan antik şehrin büyüklüğünü de anlayabiliyorsunuz. Surların uzunluğu 6,5 km ve üzerinde 65 gözetleme kulesi yapılmış. Kapıkırı köyünün antik şehrin bir mahallesi konumunda olduğu hissine kapılıyorsunuz. Rehberli turlarda araçla Kapıkırı Köyü’ne 5 km uzaklıktaki Latmos Dağı eteklerindeki Gölyaka Köyüne gidiliyor. Burada aracı bırakıp Latmos dağına tırmanılıyor. Kayalar üzerinde yürümenin zorlukları da ortaya çıkıyor. Sonunda bir kaya bloğunun önünde durduğunuzda rehber mağaranın bu bloğun altında olduğunu gösteriyor. Taşın altındaki kovuğu görmek için aşağı inmek zorundasınız. Küçük bir yarıktan içeri giriliyor. Binlerce yıl önce burada yaşamış olan insanların kaya duvarlarına yaptıkları resimleri ve el izlerini görüyorsunuz. Bu resimlerde savaş ve av sahneleri görülmüyor. Bölgede 170 kaya resminin olduğunu öğreniyoruz. Latmos kaya resimlerinden sonra yediler manastırını da görmek gerekiyor. Neyse ki bu arada iniş yolu da başlıyor. Bu arada Bafa Gölünün nefes kesen manzarası ile yorgunluğumuzu unutuyoruz. Zeytin ağaçları ile çevrili bir avluyu geçtikten sonra manastıra ulaşılıyor. Avlu girişinde büyük bir kaya var. Manastır, bu kayanın içi oyularak yapılmış ve tavanı resimler ile süslenmiş. İnsan bu ortam içinde çok değişik duygular yaşıyor. Manastırın etrafı ise surla çevrilmiş ve içinde iki kilise, bir şapel ve bir sarnıç bulunuyor. Bölgedeki kısa denilen yürüyüşlerin 1,5-3 saat, günlük denilen yürüyüşlerin ise 3-7 saat arası olduğunu unutmamak gerekiyor. Bu kadar çok yürümekten hoşlanmayanlara ise gün batımını seyretmelerini öneriyoruz.

    Bugün Beşparmak dediğimiz Latmos dağının Endymion isimli bir efsanesi de bulunuyor. Azra Erhat “Karya’dan Panfilya’ya Mavi Yolculuk” isimli kitabında bu efsaneyi aşağıdaki cümlelerle anlatmış. “Endymion, Beşparmak dağında sürüleri otlatan bir çobandı. Kavalından başka bir varlığı olmayan yoksul bir çoban. Gündüz kayadan kayaya hoplayan boynuzlu, sakallı keçilerini gözler, yamacın mis kokulu kekiklerini yiyen sürünün titrek meleyişlerine kulak kabartırdı. Kavalı Endymion’un biricik dostu, sırdaşıydı. Dağlarda yapayalnız yaşamanın verdiği özgürlük, açıklık duygusunu, kalabalık şehirlerde oturan hemcinslerine özlemini hep bu kavala söylerdi. Kaval sanki onu bir an dinler, sonra boğuk ve tiz, gülen veya ağlayan seslerle duygularını dile getirir, uzak doruklara kadar ulaştırırdı. Endymion’un kavalı yalnız çobanın sevincini, özlemini söylemekle kalmaz, kara dorukların, yeşil çimenlerin, bulut bulut yapraklarıyla sağa sola serpilmiş ağaçların, cıvıl cıvıl akan suların da sesini duyururdu. Bu dağlarda Endymion’u gündüz kavalını üflerken, gece sere serpe uyurken kimsecikler görmezdi. Onu yalnız ay tanrıçası Selene görürdü. Selene her gece gelir delikanlının üzerine eğilir, gövdesini ışınları ile sarar, öperdi. Her öpüşte gövdeleri daha da aydınlanır, tepeden tırnağa nur kesilirlerdi. Tanrılar Selene ile Endynion’un bu hep yinelenen bitimsiz sevgilerinden hoşlanmış, Beşparmakların yoksul çobanına bir armağan vermeyi düşünmüşler. Dile benden ne dilersen, demiş olacak Zeus baba. Endymion da ne dilesin, ölümsüz bir uykuyla uyumayı dilemiş.”

 

    İşte böyle dostlar, bir gezimizin daha sonuna geldik. Kapıkırı köyünü, Bafa gölünü, Beşparmak dağını ve çevresini gezmekten ve bu köyde konaklamaktan büyük keyif alacaksınız.

bottom of page