top of page

Beykoz

beykoz.jpg

         İstanbul’da Boğaziçi’nde

       Bir garip Orhan Veli’yim

       Veli’nin oğluyum

       Tarifsiz kederler içindeyim.

      

     Sözleriyle başlıyor Orhan Veli’nin bu ünlü şiiri. Boğaziçi, yüzlerce şiire, bir o kadar şarkıya ilham veren 30 kilometre uzunluğunda nadide bir mekân. En dar yeri, 700 metre, en geniş yeriyse 3,5 kilometre genişliğinde. Ortasından deniz geçen tek dünya kentidir İstanbul. İki yakasına kurulmuş birbirinden güzel nice semtlere ev sahipliği yapar. Bu semtlerden en ihmal edilmiş ve en az bilineni belki de Beykoz semti. Karşı kıyısında yer alan Sarıyer nasıl ki böreği ile ünlü olmuşsa, benim çocukluk günlerimde Beykoz’da paçası ile ünlüydü. Oysaki bu semtin daha nice güzellikleri vardı. Osmanlı Devletinin ilk zamanlarında, Boğaziçi’nin Anadolu yakasındaki en büyük köyüydü. Üsküdar sınırındaki Göksu semtinden Karadeniz’e kadar uzanan bir sahile sahipti. Çevresinde birbirinden güzel köyleri vardı. Bu sebeple Osmanlı sultanlarının gezip eğlendiği, avlandığı bir mekândı. Kıyılarında güzel yalılar yapılmıştı. Bugün Boğaziçi’nde bulunan 366 tarihi eser niteliğindeki yalıdan 109’unun Beykoz’da bulunduğu unutulmamalı.

Anadolu-Kavagi-681x309.jpg

Klasik Osmanlı yalıları genellikle sahile cephesi uzun az katlı yapılardır. Anadolu Hisarı’na sırtını vermiş, Göksu Deresinin girişinde bulunan Riyaziyeci İzzet Bey Yalısı ile başlar  semtin yalıları. Hemen yakınında bulunan Komodor Remzi Bey Yalısı çok katlı ve dar olup  genellemenin dışında kalır.Belki de bu nedenle, sadece mimarisi ile değil yalıya sahip olanlar da hep asker kökenli aileler olmuş.

   Anadolu Hisarı’nın Kanlıca tarafında bahçesiyle ünlü son yalı, Hekimbaşı Salih Efendi Yalısıdır. Yalılar genellikle haremlik ve selamlık olarak iki ayrı binadan oluşmuş. Harem kısmında aile hayatı yaşandığı için genellikle daha büyük yapılırmış. Ferruh Efendi Yalısında bu oldukça abartılmış. Günümüze gelindiğinde haremlikle selamlık bölünerek iki yalıya dönüştürülmüş. Saffet Paşa’nın yalısı da 1760 yılında yapılmış eski yalılardan. Saffet Paşa altı kez Hariciye Nazırlığı yaptığından, bu yalı Hariciye Köşkü olarak nam salmış. Hürriyet Gazetesi’nin kurucusu Sedat Simavi, ölüne kadar bu yalıda yaşamış. Kanlıcadaki üç katlı Yedi-Sekiz Hasan Paşa Yalısı, Boğaz’ın en güzide yalıları arasında. Beykoz’un yalıları ne yazmakla ne de saymakla biter. Hepsinin farklı bir hikâyesi var.

      Sahil kenarındaki yalıların arkasında kalan sokaklarda, tepelere giden yokuşlu ve merdivenli sokaklar üzerinde bulunan cumbalı, iki üç katlı, bazıları ahşap bazıları kâgir şirin evler semte hoş bir görünüm katar. Beykoz ilçesi birçok tarihi eseri de içinde barındırır. Beykoz’un iç taraflarında köşkler de vardır. Bunun nedeni ise av merakıdır. Geçmiş yıllarda padişahların ve önde gelen saray erkânının konaklayabilmesi için birbirinden güzel av köşkleri yapılmıştır semtin kırsalında. Bugün arkasında iz bırakamayan, Tokatköy’de ki Tokat Kasrı da bunlardan biridir. Günümüzde ayakta kalan Hidiv Kasrı, Küçüksu Kasrı, Mecidiye Kasrı, namazgâhı, hisarı, kaleleri, nişangâhı, çeşmeleri, hamamları, mescitleri ve camileri görülmeye değer nitelikte. Bu eserleri tek tek anlatıp tanıtmak için kitap yazmak gerekli. Bunun yanı sıra Boğazdaki en büyük koru olan Beykoz Korusu, Anadolu Feneri ve Anadolu Kavağı da mutlaka ziyaret edilmeli. Kavaktaki Yuşa Tepesi ise İstanbul’un Çamlıca’dan sonra gelen en yüksek yeri. Tepede Hz. Yuşa’nın türbesiyle Yuşa Camii bulunur. Tepenin doğu eteğinde Âb-ı Hayat adında bir su kaynağı bulunduğu da söylenir. Bu yönde son durağımız Riva. Deresi ile kalesi ile ve de plajı ile görülmesi gereken bir mahalle. Riva’da bulunan Elmas burnu Mesire Yeri, uzun kumsalı, çam ormanları ve sakinliği ile muhteşem bir dinlenme yeri.

     Polenezköy, şehirden uzak nefes almak için, yabani kuş sesleri ve yemyeşil tabiat eşliğinde, doğayı ve kültürü aynı anda yaşayabileceğiniz eşsiz bir cennet köşesi. Köyün girişinde kilise ve mezarlık karşılıyor ziyaretçileri. Az sonra köyün küçük meydanında kiralanmayı bekleyen atlar bekliyor gelenleri. İsteyenler bu küçük köyü faytonla da gezebilir. 80’e yakın Polonyalı vatandaşımızın yaşadığı köyde turizm, pansiyonculukla başlamış.Bugüne gelindiğinde birçok konaklama tesisi ve restoran açılmış. Anadolu Kavağı ise küçük ve şirin bir balıkçı köyü. Bu köye gelene kadar yolda kestane, meşe, gürgen, ıhlamur, kayın,  kızılağaç, fındık ve çam ağaçlarından oluşan doğal orman  

images.jpg

örtüsünün arasından geçilir. Köye geldiğinizde çok sayıda balıkçı restoranı karşılıyor sizleri. Yöreye has, tost makinesinde hazırlanan krepler, deniz ürünleri, midye tavası ve de ile de rengârenk ünlü dondurması. Tekrar yola koyulduğumuzda villa tipi evler arasında dar bir yolun sonunda ilginç mimarisi ile köyün camisi ve hemen sağında köye adını veren tarihi deniz feneri karşılayacak sizleri. Adını, gemilere yol gösteren fenerden alan bir köydür Anadolu Feneri. İstanbul’un Anadolu kıyısında Karadeniz'e doğru gidildiğinde Anadolu Kavağı ve Poyrazköy'den sonra gelen şirin bir sahil köyü. Köy küçük mü küçük. Fenerin bulunduğu alanı gezmek gerçekten zevkli. Dik bir yamaca inşa edilmiş olan fenerden seyredilen manzara inanılmaz nitelikte. Caminin seyir balkonu ise muhteşem mi muhteşem. Bu yönde son durağımız Riva. Deresi ile kalesi ile ve de plajı ile görülmesi gereken bir mahalle. Beykoz’un çevresinde bulunan diğer köyler de görülmeye değer nitelikte. Değirmendere, Paşamandıra, Öğümce, Görele, Akbaba, Cumhuriyet, Kaynarca, Göllü, Dereseki, Elmalı ve daha niceleri. Köy dediğimize de sakın aldanmayın, aslında dil alışkanlığı. Bu gün her biri ayrı bir mahalle. Bazılarında hem tarih hem de doğal güzellikler var. Bazıları yanlış imardan fazlasıyla nasibini almış ise de İstanbul’un bu kadar içinde olmasına rağmen doğallığını muhafaza edebilmiş olanlar da bulunuyor. Bölge Sultan Abdülhamid zamanında Organize Sanayi Bölgesi ilan edilmiş. Önce kâğıt sonra da mum fabrikası açılmış. 20.yy’da da deri ve kundura fabrikası kurulmuş. Cumhuriyet döneminde ise alkol ve cam fabrikaları ile sanayileşme devam etmiş. Cam fabrikası ile birlikte semt, Paşabahçe adıyla anılır olmuş. 2000'li yıllarda fabrikaların kapanıp taşınmasının ardından Beykoz, konut, turizm, sağlık ve eğitim bölgesi olarak anılmaya başlamış.

     Beykoz, özellikle konumu itibarıyla kıskanılacak nitelikte bir semt. Dünyanın incisi Boğaziçi’yle sanki koyun koyuna yaşar gibi. Başka hiçbir ilçemizde bu kadar çok kale yok. Aynı sözü dereleri için de söyleyebiliriz. Küçüksu, Göksu, Riva, Beykoz, Akbaba, Tokat, Çubuklu, Çiftehavuzlar ilk anda hatırladıklarımız.  Bazıları kent kimliği ile bütünleşmiş. Muhteşem dereleri, birbirinden güzel mesire yerleri, bereketli toprakları anlatmakla bitmez. Örneğin Kanlıca semti yoğurdu ile ünlü. Kanlıca yoğurdu, sahildeki Çınaraltı bahçesinde üzerine pudra şekeri konularak yenilince güzel. Ayrıca İstanbul'un havası en temiz semti olduğu söylenir. Beykoz, cevizi, paça çorbası ve kalkan balığı ile ünlü. Diğerlerini bilmem ama Beykoz’a gidip de Beykoz paçasını içmeden terk etmeyin bu semti. Sahildeki Tolon Restoran paçasıyla ünlü bir et ve balık lokantası. Beykoz’u yakından tanımak istiyorsanız, merkezinden ayrılmadan mutlaka Beykoz Mahallesi’nin üst sokaklarında Eski İstanbul evlerinin arasında gezinmeniz gerektiğini unutmayın. Beykoz hem şehre yakın hem şehirden uzak bir tatil kasabası havasında bir ilçemiz. İlk bakışta muhafazakâr bir yerleşim yeri olduğu anlaşılıyor. Sözün kısası küçük bir Anadolu kasabası gibi yani Kastamonu’nun en büyük ilçesini andırıyor. Beykoz’a karadan ve denizden iki şekilde ulaşılır. Kara yolu ile ulaşım daha kolay olsa da deniz yolu ile gidildiğinde bir birinden güzel yalıları keşfedebilirsiniz.

bottom of page