top of page

Halikarnas   Balıkçısı

Yokuş başına geldiğinde

Bodrum’u göreceksin,

Sanma ki sen

Geldiğin gibi gideceksin

Senden öncekiler de

Böyleydiler

Akıllarını hep Bodrum’da

Bırakıp gittiler…

     O, Oxford’ lu bir balıkçı. O, Akdenizli bir denizci. O, bir Paşa çocuğu. Onun için ne söylerseniz söyleyin, o Halikarnas Balıkçısı.  Bir tekne düşünün hayalinizde. Denizin en güzel yerinde, oturmuş bir adam tek başına teknenin küpeştesine. Tekne battı batacak, ne fırtınaya ne de yağmura aldırmıyor.  Adam Ege’ye sırıl sıklam âşık bir şekilde. Denizi öylesine seviyor, ölesiye seviyor ki, bir türlü kıyıya yanaşmıyor. Yani denizinden ayrılamıyor.

   

   Adam, merhaba diyor her zaman ve her yerde. Ne günaydın ne de iyi akşamlar, sadece merhaba. Merhaba ne demek? Benden size kötülük gelmez, rahat olun demek. Konuşmak için fazla söze ve düşünmeye gerek yok. Merhaba sözünü, eski harflerle yazdığınız zaman bir yelkenliye benzetir balıkçı.  Merhabayı sevmesinde belki bunun da bir önemi var.

   

    O, tam bir deniz, doğa, Bodrum tutkunu. Kitaplarında Ege denizinin fısıltılı rüzgârları okurun yüzünü yalar. Bembeyaz yelkenli tekneler sanki gökyüzüne doğru yol alan bulutlarla yarışır. Onun satırlarında denizin coşkun ve kışkırtıcı dalgaları okuru özgürlüğe ulaştırır. O, başkaldırının ve denize açılmanın şiirini yazar. O cennet ve cehennemi denizin yeşili ile mavisinde arar. Kendi anlatımı ile o, Bodrum'dan Ege'ye baktığı gün ölmüş, küllerinden Halikarnas Balıkçısı olarak yeniden yeryüzüne dönmüş.

   

    Cevat Şakir denizle eş anlamlıdır. Onun eserleri denizsiz yaşayamaz. Susuz kalmış bir ağaç gibi kuruyup kavrulur. O, edebiyatımıza denizi sokan bir insan. Deniz insanlarının yaşantıları onun sayesinde gün yüzüne çıkmış. Çünkü bu ünlü yazar, usta bir balıkçı, sünger avcısı, botanik uzmanı ve hepsinden ötesi iyi bir tarihçidir aynı zamanda. O, kitaplarında sadece denizin içini değil denizle ilgili her şeyi, efsaneleri, savaşları, aşkları, hüzünleri ince ruhlu bir insanın duyarlılığı ile okura yansıtır. Dili son derece sade olmasına rağmen yer yer coşkun bir şiir dili kullanır. Buna karşılık üslup ve tekniğe pek önemsemez. Şiirsel bir anlatım yeterde artar ona. Eserlerinde plana da pek dikkat etmez, konuya açıklık getirmek için olayın akışını kesip, uzun cümlelere okuru karanlıktan korur. Bu belki okuyucu konudan uzaklaştırır ama o illede insanlara bir şeyler öğretecektir. Deniz sever okurlara çok cömert davranır, onların ufuklarını genişletir ve arkasında zengin bir terim ve mitoloji hazinesi bırakır.

     Halikarnas Balıkçısı takma adıyla anılan Cevat Şakir Kabaağaçlı, mavi yolculuğun da kurucusudur. Bir sürgün olarak gelip kaldığı Bodrum'a, sonunda gönüllü ve mutlu bir sürgün olarak yerleşti buralara. Deniz ve doğa tutkunu balıkçı, sevdiği yazar ve sanatçı arkadaşlarını da topladı Bodrum'da. Her yıl onlarla birlikte Gökova diye anılan Kerme Körfezinde keyifli mavi yolculuklar yaptılar. Yaşadığı tüm bu güzellikleri yazdığı kitaplarda anlatıyordu okurlarına.

    

     1945 yılında yazmış olduğu Aganta Burina Burinata, Halikarnas Balıkçısı'nın ilk romanı olma özelliğini taşır. Aganta Burina Burinata, yelkenler fora yani şimdi sefer zamanı anlamına gelmektedir. Yazarımız romanında denizci bir aileden gelen bir balıkçının hüzünlü hayat hikayesini anlatır. Deniz sevgisi ve denizin erişilmez güzelliği, roman kahramanı Mahmut’un üzerinden kimliğini bulmuştur. Ötelerin Çocuğu (1956), Uluç Reis (1962), Turgut Reis (1966), Deniz Gurbetçileri (1969) ise onun yazdığı diğer romanlarıdır. 1939 yılında yazmış olduğu Ege Kıyılarından isimli kitabında ilk öyküleri yer almıştır. Öykülerinde fırtınalı denizlerde dalgalarla boğuşa boğuşa çoluk çocuklarının günlük nafakasını çıkarmaya çalışan yiğit balıkçı ve süngercilerin yaşamını anlatır. Teknelerin geri dönüşlerini bekleyen kızlı erkekli, çoluklu çocuklu kıyı insanlarının çileli yaşayışını yansıtmıştır. Merhaba Akdeniz (1947), Ege’nin Dibi (1952), Yaşasın Deniz (1954), Gülen Ada (1957), Ege’den (1972), Gençlik Denizlerinde (1973), Parmak Damgası (1986), Dalgıçlar (1991) ise diğer hikaye kitaplarıdır. 1954 yılında kaleme aldığı Anadolu Efsaneleri ilk deneme kitabı olmuştur. Anadolu Tanrıları (1955), Mavi Sürgün (Anıları, 1961), Anadolu’nun Sesi (inceleme, 1971), Hey Koca Yurt (1972), Merhaba Anadolu (1980), Düşün Yazıları (1981), Altıncı Kıta Akdeniz (1982), Sonsuzluk Sessiz Büyür (1983), Çiçeklerin Düğünü (1991), Arşipel (1993) ise onun deneme, anı ve inceleme kitaplarını oluşturmuştur. O sadece bir yazın adamı da değildir. Fikirleri ve düşünceleriyle döneminin önemli aydınlarını etkileyen büyük bir sanatçıdır. Çeşitli dillerden yüze yakın eserin çevirisini de yaparak edebiyat dünyamıza kazandıran farklı bir kişiliktir.

bottom of page